EĞER BÜYÜK BİR DERDİN VARSA RABBİNE BÜYÜK BİRDERDİM VAR DEME, DERDİNE ÇOK BÜYÜK BİR RABBİM VAR DE.
   
 
  Arıcılık

BAL ARISININ TAKSONOMİSİ 
            Dünyada 100.000 dolayında böcek türü taksonomik olarak sınıflandırılmıştır. Bu 100.000 tür içinde 23.000 dolayında arı bulunmaktadır. Bal arılararı evrimleri süresünce diğer böcek türlerinden farklılık göstererek kendilerine has morfolojik ve anatomik yapılarını geliştirmişlerdir. Örneğin bal arılarında polen toplamaya yarayan polen sepetçiklerinin oluşması, nektar ve polenle beslenmeye geçiş bu gelişmelerden en tipik olanlarıdır. Hayvanlar aleminin böcekler sınıfında yer alan bal arısının taksonomisi;
 
Alem (Kingdom)
Hayvanlar (Animalia)
 
 
Şube (Phylum)
Eklembacaklılar (Arthropoda)
 
 
Alt Şube (Subphylum)
Antenliler (Antennata)
 
 
Sınıf (Class)
Böcekler (Insecta)
 
 
Takım (Order)
Zar Kanatlılar (Hymenoptera)
 
 
Familya (Family)
Arılar (Apidae)
 
 
Cins (Genus)
Bal Arıları (Apis)
 
 
Tür (Species)
Bal Arısı (Apis mellifera)
 
Apis cinsi içinde "Batı" bal arısı olarak adlandırılan Apis mellifera dışında 3 tür daha bulunur ki bunlar "Doğu" bal arısıtürleri olan; Apis cerana, Apis dorsata ve Apis florea'dır. Dünya bal üretiminde A. Cerana'dan kısmen yararlanılırken üretimin tamamına yakın kısmı A. mellifera kullanılarak gerçekleştirilmektedir. Diğer 2 tür ise kovana alınamamış olup doğal yuvalarda tek bir petek üzerinde yaşamaktadırlar.
Arı taksonomisinde türden sonra ırklar yer almaktadır.Örneğin Anadolu ırkı (Apis mellifera anatolica) olarak ifade edilir.
 
ARININ MORFOLOJİSİ VE ANATOMİSİ
Arılar hayvanlar aleminin eklem bacaklılar şubesinin en zengin sınıfı olan böcekler sınıfına girerler. Bu sınıf içinde de zar kanatlılar takımının üyeleridirler. Zar kanatlıların özelliği; içinde enine ve boyuna damarcıklar bulunan ve iki çift zar gibi saydam kanatlarının olmasıdır.
Genel yapısı bakımından diğer böceklere benzememekle birlikte arının vücudu yoğun bir kıl örtüsüyle kaplıdır ve bu kıllar yumuşak bir yapıdadır.
Arı vücudu baş, göğüs ve karın olmak üzere üç kısımdan meydana gelir. Başta gözler, duyargalar ve beslenme organları bulunmaktadır. Baş vücudun ikinci kısmı olan göğüse ince oynak bir boyunla bağlıdır. Göğüs ve karın segment denilen halkalardan oluşmaktadır.
BAŞ:
Arılarda baş önden bakıldığında bir üçgeni andırır. Başta gözler, duyarga ve ağız parçaları bulunur.
Gözler bir çift bileşik (petek) göz ile üç adet basit gözden ibarettir. Basit gözlerin her biri binlerce küçük üniteden oluşmaktadır. Bileşik göz ana arıda 3.000, işçi arıda 4.000 ve erkek arıda 8.000'den fazla basit gözün birleşmesinden meydana gelmiştir. Gözün her bir ünitesi bakılan cismin küçük bir kısmını görür ve bu görüntüler birleştirilerek cismin görüntüsü tamamlanır.
Arılarda koku, tat ve dokunma-hissetme duyularını sağlayan, başta bulunan bir çift duyarga bulunmaktadır. Oldukça kuvvetli kaslar yardımıyla her yöne hareket etme kabiliyetine sahiptirler. Duyargalar dişilerde 12, erkeklerde 13 halkadan meydana gelmiştir. Duyargalar içerisinde bulunan sinir uçları sayesinde duyularına ek olarak rüzgar hızını ve hava sıcaklığını da algılayabilmektedirler. Arıların duyargaları o kadar hassatır ki 2 km mesafeden balın kokusunu alırlar.
Arıların ağız yapısı; üst dudak, üst çene, alt çene ve alt dudak olmak üzere dört kısımdan meydana gelen yalayıcı-emici ağız tipine sahiptirler. Alt çeneleri yardımıyla koparıcı özellik gösterir. Alt çene ve alt dudak birlikte uzanarak hortum şeklindeki probozisi oluştururlar. Probozis ve bunun uzantısındaki dil sıvı gıdaların alınmasını sağlar. Dil uzunluğu arı ırkına göre değişmekle birlikte 6-7 mm arasındadır. Arının; üzeri kıllarla kaplı bulunan dil kısmı, iç içe geçmiş sert ve türlü halkalardan oluşmaktadır ve bu halkalar arasında zarımsı dar ve tüysüz kısımlar vardır. Bu yapısından dolayı dil gerektiğinde uzayıp kısalabilme özelliğine sahiptir. Beslenme işlemi bittiğinde probozis kıvrılıp başın arka kısmına katlandığında dil eski haline nazaran oldukça kısa görünmektedir.
İşçi arılar üst çenelerini polen almak, petek yapımında mum işlemek, herhangi bir şeyi tutup kavramak gibi işlerde kullanırlar. Arılarda hortum nektar, bal, şurup veya su gibi sıvı besinleri almak için kullanılır. Arının emme işlevini yerine getiren organı emme pompasıdır.
Baş iç yapı itibariyle de önemli salgıların yapıldığı kısımdır. İşçi arıların yutak üstü salgı bezleri genç yaşta arı sütü, daha ileriki yaşlarda baldaki sakarozu parçalayan enzimler salgılarlar. Çenede bulunan bezler ana arıda ana arı feremonunu, işçi arılarda ise alarm feremonunu salgılamaktadır.
GÖĞÜS:
Arılarda göğüs hareketi dört segmentten meydana gelmiştir. Karnın ilk halkası göğsün son halkasıyla birleşmiştir. Göğüste bulunan üç segmentin her birinden bir çift olmak üzere üç çift bacak ve iki çift kanat bulunmaktadır. Bu nedenle göğüs arının hareket merkezidir.
Bacakların arının hareket etmesini sağlaması yanında başka görevleri de vardır. Öndeki bir çift bacak baş ve antenlerin temizliğini yapmada kullanılır (insan eli gibi). Orta bacaklar daha ziyade dayanmayı-tutunmayı sağlar. Aynı zamanda polenin göğüsten ve ön bacaklardan arka bacaklara aktarılmasını ve polen sepetine doldurulmasını sağlar. Üzerindeki sert tüyler nedeniyle bunlara "fırça" da denilmektedir. Arka bacaklar üzerinde bulunan polen sepetçiği polenin kovana taşınması görevini görmektedir.
Bal arıları iki çift kanata sahiptir. Kanatlar çok ince iki zardan yapılmış olup kitinleşmiş damarlarla desteklenmiştir. Ön kanatlar arka kanatlardan daha geniş ve daha damarlı olmakla birlikte uçuşta ikisi birlikte çalışmaktadır. Kanatlar uçmanın dışında uçuşu yönlendirmeyi de sağlarlar. Arılar kanatlarını kullanarak havada belirli bir noktada sabit kalabilmekte, uçuş yönlerini değiştirebilmekte ve ani olarak çeşitli yönlere dönüş yapabilmektedir.
KARIN (ABDOMEN):
Arıların karın kısmında mide, bağırsak ve üreme organları gibi iç organlarla balmumu bezleri ve iğne bulunur. Bal arısı larvasında 10 adet abdominal segment bulunur. Fakat birinci abdominal segment göğüsle birleşir ve ergin arıda 9 segment bulunur. Son karın segmentleri de iç içe girerler ve böylece işçi ve ana arıda 6 segment varmış gibi görünür. 8., 9.,10. segmentler küçülerek 7. segment içerisine gizlenmiştir.
İşçi arılar 4, 5, 6 ve 7. ön plakalarında mum salgı bezlerine sahiptir. Bu segmentlerin her birisinde sağlı-sollu bir çift mum salgı bezi (balmumu aynası) bulunmaktadır. İşçi arılar, hayatının balmumu yapma döneminde kalınlaşarak mum salgılama yeteneğini kazanmaktadırlar. Mum sıvı olarak aynalar üzerine salgılanır, mum ceplerinde katılaşarak küçük pulcuklar halini almaktadır. Arılar zincirleme birbirine tutunarak özel hareketlerle balmumu sızdırmaktadırlar. Ayaklar yardımıyla ağza götürülen balmumu pulcukları orada yumuşatılarak yoğrulmakta ve böylece petek gözlerinin yapımında kullanılmaktadır. Mum örme dönemini tamamlayan işçi arılarda mum salgı bezleri dejenere olur ve birer sıra hücre tabakasına dönüşür.
İşçi arıların 7. abdominal segmentinin iç yüzeyinde ve sırt plakasının ön kenarına yakın kısmında büyük hücrelerden oluşan koku bezi (nasanof bezi) bulunmaktadır.
İşçi arılar ve ana arıda abdomenin sonunda iğne bulunmaktadır. İğne, iğne odacığından çıkan ince, sivri uçlu bir savunma organıdır. İşçi arıların iğnesi geriye çentiklidir; bu yüzden işçi arılar birisini sokmak üzere iğnesini batırdığında geri çekemez. Çentikler testere ağzını andıran çıkıntılar olup bu çıkıntıların sivri uçları iğnenin batış yönünün tersine yöneliktir. Bu nedenledir ki arılar kendi hayatını tehlikede görmediği sürece insanı sokmaz.
 
BAL ARILARININ BÜYÜME VE GELİŞMESİ
 
Bal arıları yaşama bir yumurta olarak başlarlar. Ana arının petek gözlerine yumurtladığı döllenmiş yumurtalardan işçi arılarla ana arılar, dölsüz yumurtalardan ise erkek arılar meydana gelmektedir. Bir arının yaşamında yumurta, larva, pupa ve ergin olmak üzere 4 farklı gelişme dönemi vardır. Petek gözü içerisinde geçen dönem (kuluçka süresi) ana arıda 16, işçi arılarda 21, erkek arılarda da 24 gün sürmektedir.
YUMURTA:
Arı yumurtası silindir şeklinde, uçları yuvarlak ve uzun ekseni boyunca eğri bir dışbükey görünümündedir. Petek üzerinde işçi arı yetiştirmek için yapılmış gözler küçük, erkek arı yetiştirmek için yapılanlar ise büyüktür. Ana arı petek gözü büyüklüğüne göre büyük göze dölsüz, küçük göze döllü yumurta bırakır.
Yumurta petek gözüne bırakıldığı zaman dikey konumdadır. Dikey konumda bırakılan yumurta yavaş-yavaş yana eğilerek üçüncü günün sonunda petek gözünün tabanında tamamen yatay bir konuma girer. Bu özellikten faydalanarak petek gözündeki yumurtanın kaç günlük olduğu kolayca anlaşılır.
Döllenmiş yumurta döllenmemiş yumurtaya oranla daha hızlı gelişir ve dört saatte gelişimini tamamlar. Embriyo 3. günün sonunda yumurtadan çıkar ve larva dönemine gelir.
LARVA:
Bal arısı larvası renk, şekil, hacim olarak çok hızlı ve önemli değişiklik gösterir. Bu dönemde vücudu oluşturan halkalar üzerinde gözenekler bulunur ve başta ağız parçaları oluşmuştur. Larva dönemine geçmeden az önce işçi arılar yumurtanın yanına arı sütü koymaya başlamışlardır. Larvanın çıkışıyla birlikte göze oldukça fazla miktarda arı sütü bırakılır. Larva yumurtadan çıktığı an beslenmeye başlar. Bütün arı bireyleri larva döneminin ilk üç gününde arı sütüyle beslenir. (Arı sütü 5-15 günlük işçi arılar tarafından salgılanır.) Larvaya verilecek arı sütünün ölçüsü bireylere göre değişir ve en çok arı sütünü ana arı larvaları tüketir. Ana arı larvaları bütün larva dönemi boyunca arı sütüyle beslenir. Larva döneminin ikinci üç günlük kısmında işçi ve erkek arı larvaları çiçek tozu-bal karışımına benzer,polen ihtiva eden düşük kaliteli arı sütüyle beslenirler. Döllü yumurta bu beslenme farklılığından dolayı işçi ve ana arı olarak gelişebilmektedir. Yani döllü yumurtalardan meydana gelecek ferdin işçi veya ana arı olması onun larva dönemindeki beslenme şekline bağlıdır.
PUPA:
6 günlük larva döneminde 5 kez gömlek değiştiren larva pupa dönemine girer.
Yumurta yumurtlandıktan sonra 8. günün sonunda işçi arı larvası içeren gözün ağzı mühürlenir. Larva 9. gününde başındaki özel bir bezden salgıladığı salgıyı kullanarak bir kozaya dönüşür. Larva 10. gününde bu kozasında hareketsiz olarak durur. Bu devre prepupa (pupa öncesi) devresi olarak adlandırılır. 11. gün prepupa bir pupa olur. Pupa dönemi prepupa dönemiyle birlikte ana arıda 7, işçi arıda 12 ve erkek arıda 15 gündür.
Yumurtanın petek gözüne bırakıldığı andan itibaren ergin arı oluncaya kadar geçen süre ana arı için 16, işçi arı için 21 ve erkek arı için 24 gündür.
 
ARI KOLONİSİNİ OLUŞTURAN BİREYLER
 
Bal arıları koloni adı verilen topluluklar olarak yaşayan sosyal böceklerdir. Bir arı kolonisinde ana arı, işçi arı ve erkek arı olmak üzere üç değişik tipte birey vardır.
Ana arı ve işçi arılar dişi bireyler olup döllü yumurtalardan gelişirler. Erkek arılar ise dölsüz yumurtalardan gelişirler.
Bal arıları içgüdüleriyle hareket eden canlılar olduğundan aynı çevre koşullarında benzer davranışlar gösterirler. Arı ailelerinde kışın genellikle dişi bireyler vardır. Erkek arılar ilkbaharda yeni sezonla birlikte görülmeye başlarlar.
ANA ARI:
Normal koşullar altında her arı ailesinde sadece bir ana arı vardır ve döllü yumurtalardan gelişir. İşlevi yumurtlayarak yeni generasyonların meydana gelmesini sağlamak, salgıladığı feromon denilen hormonal kokularla kolonideki bireylerin sevk ve idaresini sağlamak, arı ailesini bal sezonuna hazırlamak, işçi arıları polen toplamaya teşvik etmek, koloninin su ihtiyacı vb. bütün işler ana arının kontrolünde gerçekleşir.
Ana arının vücut yapısı ince ve uzun, rengi diğer bireylere göre daha açık, canlı ve parlaktır. Özellikle kolonide yavru yetiştirme aktivitesinin yüksek olduğu dönemlerde karın çok uzundur. Vücudu işçi arılardan geniş, erkek arılardan daha uzundur. Ana arının kanatları işçi arının kanatlarından daha uzundur. Ancak kanat uzunluğu kendi vücuduna oranla kısa olduğundan uçma yeteneği fazla değildir. Özellikle çiftleşme sonrasında uçma yeteneği, vücut büyüklüğünün artmasına bağlı olarak daha da azalmaktadır.
Ana arı genellikle kendisini çevreleyen ve temizliği ve beslenmesiyle ilgilenen bir grup işçi arı arasında görülür. Yaşamı süresince sadece çiftleşme amacıyla kovan dışına çıkar. Kendi kendine beslenemez. Beslenmesi; bakıcı işçi arıların ağzına arı sütü vermeleri şeklinde olur.
Ana arı işçi arıya göre daha uzun ve çentikli kısmında az çentiği bulunan iğneye sahiptir. Bu nedenle iğnesini batırıp çıkararak defalarca kullanabilir. Zehir bezleri oldukça gelişmiştir. Ana arı iğnesini kovandaki rakip ana arılara ve ana arı memelerine karşı kullanır.
Ana arı, ana arı memesi veya ana arı yüksüğü denilen özel bir göz içerisinde gelişir ve kuluçka süresi 16 gündür. Gözden çıktıktan 6-8 gün sonra güneşli, sıcak ve rüzgarsız bir günde ve öğleden sonra çiftleşme uçuşuna çıkar. Salgıladığı feromonla erkek arılar ana arıyı takip ederler ve açık havada uçarken 8-10 erkek arıyla çiftleşir. Çeşitli nedenlerle yeterince erkek arıyla çiftleşemeyen ana arı daha sonraki günlerde 2-3 defa çiftleşme uçuşuna çıkar. Çiftleşmesini tamamlayan ana arı kovanına döner ve 2-3 gün sonra yumurtlamaya başlar. Ana arı günde ortalama 1.500-2.000 adet, iyi koşullarda 2.000-3.000 adet yumurta yumurtlayabilir.
Ana arı feromon adı verilen bazı kimyasal maddeler salgılayarak işçi arıları etrafına çeker, kolonide birliği, düzeni sağlar. Feromon kokusunu algılayan işçi arılar kolonideki işleri düzenle yürütürler. Aynı zamanda bu feromonlar işçi arıların yumurtalıklarının gelişmesini ve kolonide yeni bir ana arı yetiştirmelerini önler.Ana arıların salgıladığı feromonlar arıların vücut teması ve gıda bölüşümü yoluyla kolonideki bütün bireylere ulaştırılır. Herhangi bir nedenle anasız kalan ve ana yetiştirme olanağı bulunmayan bir kolonide işçi arılardan bazılarının yumurtalıkları gelişerek yalancı ana meydana gelir. Yalancı analar dölsüz yumurta bırakırlar.
Ana arıların ortalama yaşam süreleri 3-5 yıl olmakla beraber 7 yıla kadar yaşayabilirler. Ancak artan yaş ile birlikte giderek daha az yumurtlarlar ve daha fazla oranda dölsüz yumurta bırakırlar. Bu nedenle teknik arıcılıkta genç, sağlıklı ve verimli ana arılarla çalışmak esastır ve ana arılar 1-2 yılda bir değiştirilirler.
İŞÇİ ARILAR:
Döllenmiş yumurtalardan meydana gelirler. Koloninin gücüne ve mevsime bağlı olarak kolonide işçi arı sayısı değişir. Kolonideki işçi arı sayısı kış aylarında 10.000-15.000 arasında değişirken, ilkbaharda sayıları daha da azalır. Baharın ilerleyen dönemlerinde sayıları giderek artar ve yaz aylarında kolonilerde çeşitli faktörlere bağlı olarak 60.000-80.000 adet işçi arı oluşabilir. Kolonilerin gücü sahip oldukları işçi arı varlığı ile belirlenir.
Normal koşullar altında yumurtlama hariç kolonideki bütün işler olağanüstü bir işbirliği halinde işçi arılar tarafından yapılır. İşçi arıların kolonide sorumlu oldukları işlerden başlıcaları; kovan temizliği, balmumu salgılama ve petek örme, arı sütü salgılama ve yavruların bakımı, kovanın havalandırılması, ana arının bakımı ve beslenmesi, kovan bekçiliği, kovana nektar, polen, propolis ve su taşınması ve balın olgunlaştırılmasıdır.
Ömürleri kısa olup ağır bir çalışma temposu ve yıpranma nedeniyle ilkbahar aylarında ve yaz başlarında meydana gelen işçi arılar 35-40 gün yaşarken, yaz sonu ve sonbahar başlarında meydana gelenler daha uzun süre yaşarlar.
Kuluçka süresini tamamlayıp petek gözünden çıkan işçi arıların görevi hemen başlar.
Kovan İçi Görevleri
- 0-3 günlük yaşlarında kendisini temizler, besleyici arılardan yiyecek alarak beslenir, yavru gözlerini temizler ve yavrulu gözler üzerinde dolaşarak kuluçka sahasında gerekli sıcaklığın oluşmasını sağlarlar.
- 3-6 günlük yaşta, petek gözlerinden aldıkları çiçek tozu ve bal ile hazırladıkları karışımla yaşlı larvaları beslerler.
- 6-12 günlük yaşta, arı sütü salgılamaya başlarlar ve genç larvaları beslerler. Çevreyi tanıma uçuşlarına çıkarlar. Uçuş eğitimi ve kovan çevresinde uyum uçuşları yaparlar.
- 12-18 günlük yaşta, balmumu üretir ve petek örerler. Ayrıca kovan temizliğiyle de uğraşırlar.
- 18-20 günlük yaşta, kovan uçuş deliğinde ve uçuş tahtası üzerinde nöbet tutarak kovan bekçiliği yaparlar, koloniyi yabancı arılara ve yaklaşan her türlü tehlikeye karşı korurlar.
- 20. gününü tamamlayıp 21 günlük olan işçi arılar artık bütün deneyimlerini kazanmış ve kovanına gıda taşıma yeteneğine ulaşmışlardır. Açıklanan bu üç haftalık kovan içi temizliklerinden sonra ömürlerinin geri kalan kısmında kovan dışında ve arazide çalışarak kovana nektar, polen, propolis ve su taşırlar. Kovan dışı bu görevleri yapan arılara "tarlacı arılar" denir.
Polen Taşıma:
Arıların beslenmesi için özellikle yavru büyütme için mutlaka polene ihtiyaç vardır. Polen, protein, yağ, vitamin ve mineral madde kaynağıdır. Polen olmadan koloni kuluçka faaliyetini sürdüremez.
Arılar birkaç çiçeği dolaştıktan sonra vücudu üzerindeki poleni orta bacağındaki tüyler vasıtasıyla arka bacaklarında bulunan polen sepetine aktarılarak kovana getirir ve petek gözüne bırakır. Kovan içi hizmeti gören genç işçi arılar bu poleni göz içerisine çene ve başı ile yerleştirir ve dili ile de nemlendirir.
Bir polen yükü olan iki topu yapabilmek için 50-100 çiçek ziyaret edilmesi gerekir. Bir petek gözün polenle dolması için 1500 yonca çiçeğinin ziyaret edilmesi gerekmektedir. Polen toplamak için günlük uçuş sayısı ortalama 6-8 olmasına rağmen bu sayı 45'e kadar çıkmaktadır. Bir polen yükünün ağırlığı 12-25 mgr arasında değişmektedir.
Nektar Taşıma :
Arıların bal yapmak üzere çiçeklerden topladıkları şekerli sıvıya nektar (bal özü) diyoruz. Arı bir çiçekte nektar olup olmadığını diliyle belirler. Ayrıca nektarın kokusunu da algılayarak nektar olup olmadığını anlar. Arı nektarı bulduğu anda hızla kursağına çeker, kursağını dolduruncaya kadar çiçekleri dolaşır. Küçük çiçeklerden 1000-1500 çiçek ziyaret edilerek kursağını doldururken büyük çiçeklerden bazen 100 ziyaretle kursağını doldurabilmektedir.
Nektar taşıyan arının 1 günlük sefer sayısı ortalama 8-10 seferdir. Bu sayı 24'e kadar çıkmaktadır. Arının bir seferde taşıyabildiği nektar miktarı 70 mgr.dır.
Nektar taşıyan arı kovan içerisine girdiği zaman nektarı kovan içinde görevli arı veya arılara aktarır, onlar da kovan içinde petek gözlerine yerleştirir.
Nektarın bala dönüşümü için hem fiziksel hem de kimyasal değişime ihtiyaç vardır. Fiziksel değişim suyunun azaltılması, kimyasal değişim de nektar şekeri sakarozun enzimlerle glikoz ve früktoza indirgenmesidir.
Su Taşıma ve Depolama :
Yaşayan bütün organizmaların suya ihtiyaç duymaları gibi arılar da suya ihtiyaç duyarlar. Ayrıca arılar suyu balın sulandırılmasında, kovan içini serinletmekte ve kovan önünü nemlendirmekte kullanmaktadırlar. Suyu kovana taşıyan arılar kovan içine geldiklerinde, getirdikleri suyu diğer arılara aktarırlar. Sadece bir arıya aktarabileceği gibi 18 arıya kadar dağıttığı da görülmektedir.
Sıcak ve kurak havalarda suyu polen ve nektar gibi depolamaktadır. Su depolama işi peteğin üst kısmına, bal mumu ile yapılan küçük bölmelere depolanır.
Su taşıyan arılar 1 günde ortalama olarak 50 sefer yaparlar. Kovana taşınan su miktarı ortalama 25 mgr olup 50 mgr.a kadar çıkabilir. Dolayısıyla bir arı bir günde 1250 mgr su taşımaktadır. Böylece kovana 1 litre su taşınabilmesi için 800 arının su taşıması gerekir.
Propolis Toplama :
Propolis toplayan arılar kaynağı bulduktan sonra çenesi ile ısırır, ön bacakları yardımıyla koparır ve polen sepetine atarak kovana getirir. Kovan içerisinde diğer arılar propolisi çekerek küçük parçalar halinde alıp istedikleri yerlere özenle yapıştırırlar. Arılar propolisi kovan çatlaklarını kapatmakta kullanırlar.
ERKEK ARILAR:
Döllenmemiş yumurtalardan gelişen erkek arılar koloninin en iri bireyidirler. Çevre koşullarına ve koloninin gücüne bağlı olarak kolonilerde Nisan, Mayıs aylarından itibaren erkek arıları görmek mümkündür.
En çok oğul mevsiminde görülen ve tombul yapılı olan erkek arıların boyu ana arının boyu kadar uzun değildir, fakat işçi arılardan ve ana arıdan daha geniş ve iridir. Erkek arılar çok kısa bir dile sahiptir. Bu nedenle çiçeklerden nektar alamaz. İğneleri olmadığından kendilerini de koruyamazlar.
Kolonide erkek arı miktarı sezona ve kolonideki koşullara bağlı olup oğul mevsiminde sayıları 500-2.000 arasındadır. Koloniler ilkbahar ve yaz başlarında erkek arı yetiştirmeye başlarlar. Geç sonbaharda ve kış aylarında normal koşullarda kolonilerde erkek arı bulunmaz. Son derece tembel ve obur olan erkek arıların başlıca görevi çiftleşme uçuşuna çıkan dölsüz ana arılarla çiftleşmektir. Erkek arı dölsüz ana arıyı havada yakalar ve onunla çiftleşir. Ana arıyla çiftleşen erkek arı çiftleşme organını kaybeder ve ölür. Ortalama yaşam süresi 55-60 gündür.
İşçi arılar ergin erkek arıları koloniden atmak veya erkek arı yumurta, larva ve bazen de pupaların bir kısmını tahrip etmek suretiyle kovandaki erkek arı sayısını düzenlemektedir. Erkek arı yumurtalarının ancak % 50-56'sının ergin arı olarak gelişmesine fırsat verilir.
Erkek arılar 4 günlük olduklarında uçuş faaliyetlerine başlar fakat genellikle 5-7 günlükken uçarlar. Erkek arılarda en yoğun uçuş aktivitesi saat 14-16 arasındadır. Erkek arılar genellikle sıcaklık 18-20 oC'nin üzerine çıkmadıkça uçmazlar. Uçuş amacı çevreyi tanıma, dışkılamak veya çiftleşme olabilir. Günde ortalama uçuş sayısı 2-4 olup bu sayı 17'ye kadar çıkabilir. Uçuşa çıkmadıkları zamanlarda kovanda yavrulu çerçeve üzerinde dururlar.
 
ARI ÜRÜNLERİ
BAL
Türk Gıda Kodeksi 2000/39 sayılı bal tebliğinde ''bal, arıların çiçek nektarlarını bitkilerin veya bitkiler üzerinde yaşayan bazı canlıların salgılarını topladıktan sonra kendine özgü maddeler karıştırarak değişikliğe uğratıp bal peteklerine depoladıkları tatlı madde'' olarak tanımlanmıştır. Tanımından da anlaşılacağı gibi bal saf ve doğal olmalıdır.
Balın Bileşimi (Kimyasal Yapısı):
Genel olarak balın yaklaşık % 80'i değişik şekerlerden, % 17'si sudan meydana gelir. Geri kalan % 3'lük kısım başta enzimler olmak üzere diğer değerli maddelerden oluşur. Balda; demir, bakır, potasyum, kalsiyum, magnezyum, fosfor, silisyum, aliminyum, krom, nikel ve kobalt gibi değerli mineraller vardır. Salgı balları mineral maddelerce daha zengindir. Bu özelliğinden dolayı tedavi amaçlı olarak ta kullanılırlar ve kristalize olmadıkları için tercih edilirler.
BALIN KİMYASAL YAPISI
BİLEŞİMİ
Ortalama
St. Sapma
Aralık
Su
17.2
1.5
13.4-22.9
Fruktoz
38.2
2.1
27.2-44.3
Glikoz
31.3
3.0
22.0-40.7
Sukroz(sakkaroz)
1.3
0.9
0.2-7.6
Maltoz(reducing disccharides)
7.3
2.1
2.7-16.0
Higher sugars(Yüksek Şekerler)
1.5
1.0
0.1-8.5
Serbest Asitler (as gluconic acid)
0.43
0.16
0.13-0.92
Laktone (as glucolactone)
0.14
0.07
0.0-0.37
Toplam Asit (as gluconic acid)
0.57
0.20
0.17-1.17
Kül
0.169
0.15
0.020-1.028
Nitrojen
0.041
0.026
0.000-0.133
pH
3.91
-
3.42-6.10
Protein açısından balda 17 adet farklı aminoasit belirlenmiştir.
Balın yapısındaki enzimlerin bir kısmı bitkilerden bir kısmı da arının salgı bezlerinden gelir. Enzimler balın en değerli maddeleridir. Doğal ve ısıtılmamış ballarda enzim miktarı yüksek olup bu ballar kaliteli ve çok değerlidir. Bal ısıtıldığı oranda enzim değerinde kayıplar olur.
Balın Özellikleri
Balın Rengi:
Bitkisel orjine, depolanma süresine ve koşullarına göre açık renkten koyu kahverengine kadar değişim gösterir. Balın berraklığı ve şeffaflığı ise içindeki polen ve diğer maddelerin yoğunluğuna bağlıdır. Ayçiçeği ve narenciye balları açık sarı, kestane bakı kırmızımtrak, okaliptus balı grimsi kahverengi ve çam balı koyu yeşilimsi ve kahverengidir.
Balın Viskozitesi:
Balın bünyesi ya da akıcılığa karşı koyma özelliği de denilen viskozite, bal içindeki su oranı ile yakından ilgilidir. Koyu, yavaş akan bir balın viskozitesi yüksek, açık renkli ve gevşek bünyeli ballarda viskozite düşüktür.
BALIN VİSKOZİTESİ
Su Oranı(%)
Viskozitesi(poise)
Sıcaklık(oC)
Viskozitesi(poise)
13.7
420
13.7
600.0
15.5
138
20.6
189.6
18.2
48
29.0
68.4
20.2
20
39.4
21.4
 
48.1
10.7
71.1
2.6
Balın Işığı Döndürme Özelliği:
Balın polarize ışığı sağa ve sola döndürmesi balın kaynaklarına bağlıdır. Nektar balları ışığı sola, salgı balları ise sağa döndürmektedir. Sakkaroz denilen çay şekeri de ışığı sağa döndürür. Bu özellik sahte balın tanınmasına yardımcı olur.
Balın Higroskobik Özelliği:
Bal higroskobik bir madde olup havadan nem absorbe etme özelliğine sahiptir. Balın havadan nem alması özel yapısına, şeker ve su içeriğine bağlıdır.
BALIN HİGROSKOBİK ÖZELLİĞİ
Havadaki Nem (%RH)
Bal (% su oranı)
50
15.9
55
16.8
60
18.3
65
20.9
70
24.2
75
28.3
80
33.1
Balın Kristalizasyonu:
Balın kristalizasyonu; balda bulunan şekerlein zamanla doyma noktasına ulaşarak dibe çökmesi olayıdır. Çiçek balları zamanla kristalize olur. Kristalize olan bal sahte veya hileli bal demek değildir. Kristalize olan ballar su banyosu içerisinde ısıtılarak kristalizasyon ortadan kaldırılabilir. Kristalizasyon balın su içeriği ile bünyesindeki fruktoz ve glikoz şekerleri arasındaki oranla ilgilidir. Genellikle bal içindeki fruktoz, glikozdan fazladır. Fruktoz/Glikoz oranı büyüdükçe balın şekerlenme eğilimi azalır. Olgunlaşmamış bir balda glikoza göre daha fazla sakkaroz bulunduğu için şekerlenme yavaş olur. Su içeriği düşük olan ballar daha geç kristalize olurlar. Bu nedenle petekli ballarda kristalizasyon geç başlar veya hiç görülmez.
Balın Fermantasyonu:
Balın mayalanması veya bozulması anlamına gelir. Su oranı yüksek olan ballarda şekere dayanıklı mayalar şekeri parçalayarak alkol ve karbondioksit oluşturur ve bal köpürür. Fermantasyonu önlemenin en önemli yolu balın olgunlaştıktan sonra hasat edilmesidir. Çünkü olgunlaşmış bal (sırlanmış) şeker konsantrasyonu yüksek, su oranı daha düşüktür.
Tat ve Koku:
Balın tadı yapısındaki şekerlerin miktarı, türü ve birbirlerine oranı ile ilgilidir. Kokusu da alındığı kaynağa göre değişir. Bala uygulanan işlemler tadını ve kokusunu değiştirebilmektedir. Bu nedenle ısıtma, işleme, depolama gibi uygulamalarda balın kendine has tadı ve kokusunu bozacak yanlış işlemlerden kaçınmak gerekir.
Bal Hasadı ve Muhafazası:
Arıların doğadaki çeşitli nektar kaynaklarından topladıkları nektardan elde edilen ve petek gözlerine konulan bal, başlangıçta alındığı kaynağa bağlı olarak yüksek miktarda su içerir. Arılar petek gözleri üzerinde kanat çırparak ve dışarıdan kovana hava pompalayarak, kovan içinde oluşturdukları hava akımı ile balın fazla suyunu uçurup olgunlaştırırlar. Böylece balın su oranı yaklaşık %17-18 civarına indirilip bal dolu petek gözleri balmumu ile kapatılır. Bu işleme ''balın sırlanması'' denir. Arılar balını olgunlaştırdıkları petekleri çerçevenin üst çıtasından başlayıp aşağı doğru sırlarlar. Eğer ballı bir peteğin en az 2/3'de bal dolu gözler sırlanmışsa bu peteğin balı olgunlaşmış demektir. Hasada başlanabilir. Kovandaki bütün peteklerdeki balın olgunlaşmasını beklemeden balı olgunlaşan petekler kovandan alınmalıdır. Olgunlaşmış balların kovandan alınmasına bal hasadı adı verilir. Bal hasadı genellikle arıların yağmacılık eğilimlerinin az olduğu sabahın erken saatlerinde yapılır. Kovandan alınan ballı çerçeve taşıma sandığına konulur ve hemen üzeri bir örtü ile kapatılarak arılardan korunur. Bal hasadının en güç yanı arıları ballı peteklerden uzaklaştırmak ve yağmacılık çıkmasını önlemektir Ana arının ballıkta da olabileceği unutulmamalı,ona bir zarar vermemek için dikkatli olunmalıdır. Bal hasat edilen kovanda arılara yeterince kışlık bal bırakılmış olmalıdır. Bunu sağlamak için genellikle kuluçkalıktan bal hasadı yapılmamalıdır.
Balın süzülmesi:
Balın süzüleceği oda içi sıcaklık 25 ile 30 C olmalıdır. Çerçeve veya petek üzerindeki sırlar sır bıçağı veya sır tarağı ile alınır. Sonra elle veya elektrikle döndürülen santrifüj (bal süzme ) makinesine yerleştirilerek ballar çıkarılır.
Balın dinlendirilmesi:
Süzülen ballar ,gittikçe incelen çok katlı elekten geçirilerek,mum kırıntıları ve diğer yabancı maddelerden arındırılır. Buna rağmen küçük parçacıklar ve hava kabarcığı balın rengini bulandırır. Bu nedenle bal,dinlendirme tankına alınır. Balın burada 1-2 gün kalması yeterlidir. Küçük parçacıklar ve hava kabarcıkları köpük şeklinde üstte toplanır ve buradan alınarak arılara yem,sirke,likör vb. şeklinde değerlendirilebilir. Böylece balın bulanıklığı giderilmiş olur ve ambalajlanır.
Balın depolanması:
Bal kapalı kutularda ve hava ile ilişkisi olmayacak şekilde saklanması gerekir. Bal için en uygun ambalaj kabı kapaklı cam kavanozlardır. Ambalajlanmış ballar oda sıcaklığında tutulmalıdır. Kristalize olmuş balın tekrar eski haline dönmesi için bal kabı 45-65 OC sıcak su dolu bir kap içerisinde bekletilerek ,balın çözülmesi sağlanır. Bal kabı hiçbir zaman doğrudan ateş ile temas ettirilmemelidir.
Kaliteli Bal Üretimi İçin Öneriler
· Arıcılar arı hastalık ve parazitlerini tanıyabilmeli, bal mevsiminde ilaç ve antibiyotik kullanmamalıdır.
· Arıcılar zirai mücadelenin yaygın olarak yapıldığı alanlardan uzak durmalıdır. · Bal hasadı kapalı ve temiz yerlerde yapılmalıdır.
· Balın konulduğu teneke ve kaplar temiz ve sağlığa uygun olmalıdır.
· Ballar ısıtılmamalı ve yapısı değiştirilmemelidir.
Balın Fizyolojik Etkileri
Bal insanoğlunun tükettiği en eski gıdaların başında gelmektedir.Bal binlerce yıldan beri hem enerji sağlayan değerli bir besin maddesi olarak, hem de yara ve yanıkların tedavisinde ve bir çok hastalıklarda ilaç niyetine kullanılmaktadır. Balın şifa verici özellikleri başta Kur'an olmak üzere birçok kutsal kitapta da belirtilmektedir.
Balın fizyolojik özellikleri ve kullanımı konusunda yüzlerce literatür bulunmaktadır.
· BAL bir doğal enerji kaynağıdır. Bu nedenle bebekler, yaşlılar, sporcular, hasta ve düşkünlerle birlikte normal sağlıklı insanlar tarafından da severek ve bilinçli olarak tüketilmektedir.
· BAL yeni doğan bebeklerde sütten yararlanmayı ve kemiklerde Kalsiyum fiksasyonunu artırmaktadır. Sadece süt ile beslenen bebeklerde oluşan kansızlığı (anemi) ve anorexia yı önlemektedir.
· BAL iştah artırmakta, enerji ve direnç kazandırmaktadır.
Balın Sindirim SistemineEtkileri
Bal besinlerin daha hızlı sindirilmesine neden olmakta, sindirim sistemi enfeksiyonlarında, kabızlığın giderilmesinde oniki parmak bağırsağı ülserlerinde, ve karaciğer rahatsızlıklarında yaygın olarak kullanılmaktadır.
Balın Solunum Sistemine Etkileri
Bal karasal iklime sahip ve gün içi ısı farkının fazla olduğu bölgelerde soğuğa ve soğuk algınlığına karşı, ağız, boğaz, ve bronşlardaki rahatsızlıklarda ve enfeksiyonlarında doğal bir ilaç olarak kullanılmaktadır. Bu özellikler balın antimikrobiyel etkisinin yanı sıra baldaki fruktozun doku ve kasları yumuşatıcı ve gevşetici özelliğinden kaynaklanmaktadır.
Balın Yara ve Yanıklarda Kullanımı
Bal günümüzde modern tıpta besleyici ve nemlendirici özelliği nedeniyle birçok kozmetik kremlerinde, açık yaralarda, yatak yaralarında, ülserlerde, ve yanıklarda doğrudan sürülen ilaçların yapımında kullanılmaktadır. Bal enfeksiyonları önlemekte, doku oluşmasını hızlandırmakta ve yara ve yanık izlerini azaltmaktadır (Hutton 1966; Manjo, 1975; Armon, 1980 and Dumronglert, 1983). Eşit miktardaki Bal, çavdar unu ve zeytin yağı karışımı ile hazırlanan kremin günde 3 kez kullanımı ile inek ve atlarda görülen ve kangrene dönüşen yaraları dahi tedavi ettiği bildirilmektedir (Lu~hrs, 1935; Lu cke 1935)
Balın Göz Hastalıklarında Kullanımı
Balın bazı ülkelerde doktorlar tarafından katarakt ve kojuktivit ile bazı kornea rahatsızlıklarında başarı ile kullanıldığı bildirilmektedir (Mikhailov, 1950). Ayrıca kornea ülserinin de saf bal ile veya vazelin yerine bal ile hazırlanan % 3 lük sulphidine pomadı ile başarılı bir şekilde tedavi edildiği bildirilmektedir.
Şeker Hastalığı ve Bal
Zaman zaman hakiki (!) balın şeker hastalığına iyi geldiği şeklinde yazılar çıkmakta veya söylentiler duyulmaktadır. Bunun bilimsel bir dayanağı yoktur ve yanlıştır. Bal da kan şekerini yükseltir ve fazla alındığında şeker hastalarını komaya sokabilir. Ancak eşit miktarda alınan bal, kan şekerini çay şekerine oranla daha az yükseltmektedir. Bu nedenle şeker yerine az miktarda bal kullanılabilir.
Balın Antimikrobiyel Aktivitesi
Balda mikrop üreyemez çünkü;
· Şeker konsantrasyonu çok fazladır.
· Balın pH sı 3.5-4.0 civarındadır.
· Baldaki enzimler inhibin (H2O2) oluşmasına neden olur.
Not:Isıtılmış ballarda antimikrobiyel aktivite görülmez veya yok denecek kadar azdır.
Balın Kullanım Alanları
· Sofralık olarak kullanımı (Petekli, süzme, krem bal, meyveli bal, aromalı bal, kuruyemişli bal, polenli bal, arı sütlü, propolisli bal vb.)
· Gıda sanayiinde besin elementi veya tatlandırıcı olarak kullanılmaktadır.
· Pasta ve fırıncılıkta tatlandırıcı ve bayatlamayı önleyici olarak kullanılmaktadır.
· Şeker, şekerleme, helva reçel ve marmelat sanayii.
· Süt, yoğurt, dondurma sanayiinde.
· Alkollü ve alkolsüz içki sanayiinde.
· İlaç sanayiinde (Öksürük şurubu vb)
 
BALMUMU
İşçi arıların 12-18 günlük yaş dönemlerinde karın halkalarındaki mum salgı bezlerinden salgılanan bir maddedir. Rengi salgılandığı an beyazdır, sonra koyulaşır. Arılar petek gözlerini örmek için balmumu üretirler. Arılar 1 Kg balmumu üretebilmek için 6-10 Kg bal yemeleri gerekmektedir. Mum salgılayan arılar önce bal yerler, daha sonra 35oC de zincir şeklinde salkım oluşturarak mum salgılarlar. Özellikle Afrika, Orta ve Güney Amerika da baldan daha önemli bir arı ürünüdür. Balmumu geleneksel olarak petek kırıntılarının sıcak su içinde eritilip yüzeyde toplanan mumun soğutulmasıyla elde edilebildiği gibi güneş enerjili mum eritme kapları da kullanılır. Balmumu büyük oranda temel petek yapımında ve kozmetik sanayinde kullanılmaktadır. Ayrıca mum sanayinde, parlatıcı boya ve cila yapımında, dişçilik gibi alanlarda da kullanım alanı bulmaktadır. Burada çok önemli bir hususa da değinmek gerekir. Arıcılık yönetmeliğinin zorunlu bir hükmü olarak, temel petek yapımında kullanılacak balmumunun 110oC'de 12 saat süreyle sterilize edilmesi gerekmektedir. Balmumu %100 saf olmalı, parafin, serezin, reçine ve iç yağı gibi yabancı maddeler içermemelidir. Balmumunun renginin açık olması istenir. Balmumu 42 saat güneşte bırakılırsa rengi açılır. Ülkemiz açısından arıcılıktan baldan sonra 2. ekonomik arı ürünüdür.
Balmumunun Saf Olduğunu Nasıl Anlarız?
1. Saf balmumu benzin içinde tamamen erir.
2. Saf balmumu ateşe atılırsa tamamen yanar, ortama güzel bir koku yayılır.
3. Balmumundan küçük bir parça çiğnendiğinde saf mum dişlere yapışmaz, kötü tat ve aroma hissedilmez.
4. Bir kaba biraz mum koyup içine 20 g eter damlatılırsa ve 15oC kadar ısıtılırsa saf balmumu erir. Katkılı balmumu erimez.
 
POLEN
Polen çiçekli bitkilerin anterlerinde oluşan ve döllenmede rol olan erkek üreme birimidir. Polen 6 - 200 mm çapında değişik renklerde, şekillerde ve yapıdadır. Polen protein,vitamin,mineral madde ve enzimler bakımından çok zengin bir besin maddesidir. Arılar kovanın protein ihtiyacını karşılamak,yavruları beslemek için polen toplarlar ve bunları kovana taşıyarak petek gözlerinde depolarlar.
Polenin Bileşimi
Polenin bileşiminde yaklaşık olarak %10 su, %20 ham protein, %28-35 karbonhidratlar, %3-4 kül ve flavonoidler, karotenoidler, vitaminler(C,E,B kompleksi), mineraller, tüm serbest aminoasitler, nukleik asit ve nukleositler, enzimler(100den fazla) ve büyütme faktörleri bulunur.
Polen Üretimi ve Muhafazası
Polen ,polen tuzakları kullanılarak toplanmaktadır. Arının taşıdığı polen çeşitli tuzaklardan geçerken tuzak haznesinde birikir. Biriken polenler 1-2 gün aralıklarla boşaltılıp 42 C yi geçmeyen sıcaklıkta kurutma dolaplarında kurutulup su oranı %7-8 e düşürülür. Daha sonra eleklerden geçirilip temizlenen polen hava almayacak şekilde ambalajlanıp soğuk ortamda saklanır. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki polen toplamanın koloni performansı üzerinde önemli bir olumsuz etkisi yoktur.
· Kurutulmamış polen, oda sıcaklığında bir kaç gün içinde tüm besleyici değerlerini kaybetmektedir.
· Derin dondurucuda taze polen 1 yıla kadar saklanabilir (Dietz, 1975).
· Kurutulmuş polen oda sıcaklığında bir kaç ay, buz dolabında 1 yıl, buzlukta birkaç yıl saklanabilir. (Dietz ve Stephenson 1975 and 1980).
· Polen güneş ışığı almayacak kavanozlarda, kuru ve karanlık odalarda saklanmalıdır.
Polen Toplamada Dikkat Edilecek Konular
· Zirai mücadele veya ilaçlama yapılan alanlardan polen toplanmamalıdır (Rai et al., 1977).
· Varroa mücadelesi veya hastalık olan kolonilerden polen toplanmamalıdır.
· Kovan içerisindeki pislik ve kırıntıların polene geçmeyeceği Polen tuzakları kullanılmalıdır.
· Nemli veya rutubetli yerlerde polen içerisinde maya ve küflerin oluşmaması için polen her gün toplanmalıdır.
· Polen taze olarak derin dondurucuda saklanmalı veya özel fırınlarda kurutulmalıdır.
· Kuru polende rutubet oranı % 10 u geçmemeli, ısı 40 0C üzerine çıkmamalıdır.
Polenin Fizyolojik Etkileri
Artırıcı etki
İyileştirici etki
Atletik performans
Kanser (Hayvanlarda)
Sindirim kolaylığı
Soğuk algınlığı
Doku yenileme
Ağrı-apse
Genel canlılık
Erkekte kısırlık
Cilt canlılığı
Anemi
İştah
Yüksek tansiyon
Hemoglobin miktarı
Sinirsel ve endokrin rahatsızlıklar
Seksüel etki
Ülserler
Performans (Yarış atları)
-
Bilimsel Kanıtlar
· Klinik çalışmalarda Polenin prostat problemlerinde (büyüme ve kansere kadar olan rahatsızlıklarda) ve alerji tedavisinde başarılı olarak kullanıldığı (Denis, 1966 and Ask-Upmark, 1967) bildirilmektedir.
· Polenle yapılan hayvan besleme denemelerinde iştah artırıcı ve kilo aldırıcı etkisi gözlenmiştir.
· Polenin bakteriostatic etkisi (Chauvin et al, 1952) ve antibacterial etkisi (Lavie, 1968)olduğu bildirilmiştir.
· Polenin hayvanları ve insanları radyasyon ve X ışınlarının olumsuz etkilerinden koruduğu (Wang et al., 1984; Hernuss et al., 1975, as cited in Schmidt and Buchmann, 1992) belirtilmiştir.
Polenin Kullanıldığı Alanlar
· İlaç sanayiinde:Prostat problemlerinde, Alerjik vakalarda Astım tedavisinde.
· Yiyecek sanayiinde: Gıda desteği (Food supplement)
· Hasta, çocuk, yaşlı ve düşkünlerin beslenmesinde.
· Arı kolonilerinin beslenmesinde.
· Bombus arılarının beslenmesinde.
· Yarış atlarının beslenmesinde.
· Kozmetik sanayiinde.
· Polinasyon çalışmalarında.
· Çevre kirliliği çalışmalarında.
 
ARI SÜTÜ
Arı sütü 6-12 günlük işçi arıların ana arıyı ve genç larvaları beslemek için yutak üstü salgı bezlerinden salgıladıkları beyaz krem renginde ve tereyağı kıvamında protein,vitamin,mineral maddeler ve iz elementler bakımından oldukça zengin bir besin maddesidir.
Arı Sütünün Bileşimi
Aynı genotipik karakterli döllü yumurtalardan çıkan larvalar,kendilerine verilen arı sütünün nitelik ve niceliğine bağlı olarak anatomik ve fizyolojik bakımından birbirinden tamamen farklı iki ayrı birey olabilmektedir. Bu farklı besleme sonucu ana arı hastalıklara karşı direnç kazanmakta , günde kendi ağırlığının iki katı kadar yumurta üretebilmekte ve yıllarca yaşayabilmektedir. İki bireyin bu denli farklılaşması yalnızca arı sütünün olağanüstü gücünden meydana gelmekte ve yalnızca bu yönü bile arı sütünü tüketen bir insanın neler kazanabileceğini göstermektedir. Arı sütü bileşim itibariyle oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir. Yaklaşık yarısından fazlası su ,protein, yağ, şeker, mikro elementler , enzimler, hormonlar, vitaminler, çeşitli yağ asitleri ,10-HDA ve daha birçok maddeye ek olarak %3 dolayında henüz belirlenemeyen maddeler bulunmaktadır. Etkileri bilinen fakat belirlenemeyen bu maddeler arı sütünün olağanüstü etkilerini meydana getirmektedir. Arı sütü kalp rahatsızlıklarından kansere kadar bir çok hastalıkta vücudu güçlendirmek,bağışıklık sistemini uyarmak amacıyla kullanılmaktadır. Özellikle yoğun antibiyotik kullanan radyoterapi ve kemoterapi olan hastalarda muhtemel karaciğer ve böbrek zararlarını önlemekte karaciğer ve böbrek fonksiyonlarını korumaktadır.
Arı Sütü Üretimi ve Muhafazası
Arı sütü üretimi ,ana üretimi ile yakından ilgilidir. Ana arı üretiminde bahsedildiği gibi yapılan transferlerden 2-3 gün sonra yüksük (hücre) içinde bulunan larvalar atılıp geriye kalan arı sütü ağaç kaşıkçıkla veya vakumla yaparak, renkli şişelere alınır. Çünkü arı sütü havadan,ışıktan,ısıdan, rutubetten ve birçok dış etkiden kolayca etkilenip bozulabilir. Saf arı sütü -5oC'de, arı sütü mamülleri ise 5-10oC'den serin ve kuru yerlerde saklanmalıdır. Arı sütü ¼ oranında bala katılarak bal içinde daha uzun bir süre saklanabilir. Arı sütü üretimi ve tüketimi fazla olan ülkelerde (Japonya, Çin, ABD ve bir çok Avrupa ülkesi ) toz haline getirilmiş bozulmadan çok uzun süre saklanabilen tablet veya kapsül halinde de hapları da satılmaktadır. Her gün yüzbinlerce insan besleyici ve bünyeyi güçlendirici bu doğal ilaçları kullanmaktadır.
Arı Sütünün Tüketilmesi ve Faydaları
Arı sütü bal ile tüketilebileceği gibi saf olarak sabahları aç karnına, kahvaltıdan en az yarım saat önce ve dil altından eğilimi yoluyla tüketilmesinin daha doğru bir yaklaşım olduğu ortaya konulmuştur. Normal şartlara ortalama doz yetişkinler için 0,5g , hastalık ve rahatsızlık hallerinde 1 g olarak önerilmektedir. Çocuklarda ise yaşa ve doktor tavsiyesine göre yetişkinler için belirtilen dozun yarısı ile ¼ 'i önerilir. Piyasada bal-polen-arı sütü karışımları bulunmaktadır. Bu tür karışımların, 1Kg bal, 30-50 g arı sütü ile 100-150 g polen şeklinde olması tavsiye edilir.
Arı Sütünün Etkileri
Arı Sütü Ağız Yoluyla Alındığında;
· Stimulant - Fiziksel performansı artırıcı, hafızayı güçlendirici, zeka açıcı, kendine güveni artırıcı etkileri
· Genel olarak sağlıkta ve metabolizmada düzelme
· İştah artırıcı
· Doku ve cildi yenileyici, güzelleştirici
· Seks gücünde artış, yumurta ve sperma üretiminde artış
· Viral hastalıklara karşı direnç
· Tansiyonu düzenleme
· Kansızlığı (anemi) giderme
· Damar tıkanıklarına karşı olumlu etki
· Kolestrolü düzenleme
Arı Sütünün Topikal Olarak Kullanımı;
· Deriyi gerdirme, yenileme ve canlılık
· Epitel hücrelerini geliştirme ve uyarma
· Kırışıklığı giderme
· Derinin yağ sekresyonunu düzenleme
· Antibiyotik aktivite
· Escherichia coli, Salmonella, Proteus, Bacillus subtilis ve Staphylococcus aureus (Lavie, 1968; Yatsunami and Echigo, 1985).
· Micrococcus pyrogens karşı penisilinin etkisinin % 25 ini göstermiştir. (Blum et al., 1959).
· Antiviral aktivite (Derivici and Petrescu, 1965)
 
PROPOLİS
Propolis arıların bitki filiz ve tomurcuklarından topladığı, kovan giriş deliğine, çatlak ve kırıkları kapattığı, antibakteriyal, antiviral, antifungal, antioksidan, antiparazitik özelliklere sahip yapışkan ve reçinemsi bir maddedir. Arılar bu bitkilerden topladığı reçinemsi maddeyi arka ayaklarında kovana taşırlar. Balmumu ve bazı sindirim salgıları ile karıştırarak kovan içinde kullanırlar. Arılar propolisi kavak, meşe, kayın, okaliptus ağaçları ve çalılıklardan toplarlar. Arının arka bacağında taşıdığı propolis kovanda ancak diğer arıların yardımı ile boşaltılabilir. Arılar propolisi kovanda dip tahtası, çerçeve kenarları ve giriş deliği arkasında biriktirirler.
Propolisin Fiziksel Özellikleri
1. Renk: Bitki türüne bağlı olarak renk sarıdan koyu kahveye kadar değişir.
2. Propolis 60-70 0C de sıvı, 25-45 0C de yumuşak ve yapışkan, 15 0C altında ise katı kırılgandır.
3. Propolis etanol, glycol ve suda belirli oranlarda çözünür
4. Anti bakteriyal komponentler genellikle alkol ve suda çözülürler.
5. Propolis saf katı, sıvı, tablet, sprey, pomad, propolisli sabun, propolisli şeker vb. gibi birçok şekil ve formulasyonlarda pazarlanmaktadır.
Propolisin Yapısı ve Bileşimi
Propolis örneklerinde bitkisel kaynağa bağlı olarak 150-200 bileşik veya kimyasal saptanmıştır.
Bunlardan bazıları:
1. Flavonlar ve flavonoidler
2. Terpenler ve terpenoidler
3. Aromatik asit ve esterleri
4. Alifatik asit ve esterleri
5. Amino asitler
6. Alkoller
7. Aldehitler
8. Kalkonlar
9. Ketonlar
10. Hidrokarbonlar
Propolis Toplama Yöntemleri
· Çerçeveler Arasından Toplama
· Kovan Giriş Deliğinden Toplama:Polen üretimi ile birlikte yapılır. Bu amaçla polen tuzakları kullanılır. Arının dışarıdan getirdiği propolis bu tuzaklardan geçerken hazneye düşer.
· Örtü Bezinden Toplama:Bunun için teli özel örtüler kullanılır. Arılar bu telli örtünün deliklerini kapatmak için bu kısımları propolis ile doldurur. Bu örtü sıcak suya batırılarak propolisin suya geçmesi sağlanır. Buradan toplanır.
Propolisin Faydaları Ve Kullanma Alanları
· Anti-astımatik etki ve ağız spreyleri
· Anti romatizmal (Donadieu, 1979), etki
· Akciğer rahatsızlıklarında,
· Melanoma ve carcinoma tumor hücreleri tedavisinde,
· Doku yenileyici,
· Kapillar damarları güçlendirici,
· Anti diabetik,
· Fitoinhibitor, (Donadieu, 1979;Bianchi, 1991)
Propolisin herhangi bir yan etkisi yoktur ancak bazı kişilerde hafif alerjik reaksiyona neden olabilir. Japonya ve Çin gibi Uzakdoğu ülkelerinde propolisin bu yüzyılda keşfedilen " en mükemmel doğal ilaç" olduğu kabul edilmiştir.
Propolisin Tıpta Kullanımı
Antibiotic aktivite :
· Gram positive bacteriae (Bacillus brevis, B.polymyxa, B.pumilus, B. sphaericus, B. subtilis, Cellulomonas fimi, Nocardia globerula, Leuconostoc mesenteroides, Leuconostoc mesenteroides, Staphylococcus aureus ve Streptococcus faecalis)
· Gram negatives (Aerobacter aerogenes, Alcaligenes sp., Bordetella bronchiseptica, Escherichia coli, Proteus vulgaris, Pseudomonas aeruginosa ve Serratia marcescens).
· Staphylococcus aureus ve Sptreptococcus mutans. (flavonoids galangine ve pinocembrine)
Antioksidan aktivite :
Arthritis, Romatizma, Artrosis
Anti-fungal aktivite :
(cynamic acid ve flavonoid crisina).
Anestetik etki :
Kokainden 3-5 kez daha kuvvetli anestetik etki nedeniyle diş hekimliğinde kullanma (Ghisalberti 1979)
Antiprotozoan etki :
Trichomomas vaginalis (Scheller et.al., 1977). Giardia lamblia, (Towers et. al., 1990).
Antiviral aktivite :
erpes simplex tip 1 ve 2, adeno virus, corona virus, ve rota virus.,
Antikanser :
Propolisin yapısındaki cynamic asit ve terpenoidler sitotoksik activiteye sahiptir ve propolis intestin, böbrek, meme, burun ve pharynx kanserinde başarılı bir şekilde kullanılmaktadır.
Dermatoloji ve Kozmetikte:
Antibakteriyel, antifungal ve Doku yenileyici
 
ARI ZEHİRİ
Arı zehiri işçi arılarda zehir bezlerinde üretilip zehir torbasında depolanır. Petek gözlerinden yeni çıkan arıların zehir üretme yetenekleri çok az olup 12 günlük olduklarında en yüksek kapasiteye ulaşırlar ve 20 günlük olduklarında zehir üretme yeteneklerini kaybederler. Arı zehiri kimyasal olarak oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir. Farmakolojik açıdan önemli aktif maddeler içerir. Bunlardan en önemlisi kimyasal yapının yaklaşık %50'sini oluşturan polipeptit yapıdaki melittindir.
Arı Zehirinin Bileşimi
Enzimler
Phospholipase A2, Hyaluronidase, Acid Phosphomonoesterase, a glucosidase, hysophospholipase
Protein ve Peptitler
Melittin, Pamine, Mast Cell Degranulating Peptide ( MCD ), Secapin, Procamine, Adolapin, Protease inhibitor, Tertiapinc, Küçük moleküllü peptides (<5 amino acids)
Aminler ve Diğerleri
Histamine, Dopamine, Noradrenaline, Amino asitler, Şekerler, Aromatik maddeler, Fosfolipidler
Arı Zehirinin Önemli Etkileri
Arı zehirinin farmokolojik etkileri, bağışıklık sistemini uyarması ve birçok rahatsızlığa iyi gelmesi nedeniyle son yıllarda üretimi ve tıpta kullanımı her geçen gün artmaktadır. Arı zehiri saf olarak iğne şeklinde, krem, tablet ve merhem şeklinde ilaç sanayiinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Farmokolojik olarak arı zehiri kan dolaşımını artırıcı, bakteri öldürücü, radyasyona karşı koruyucu, tansiyon düşürücü etkileri ve bağışıklık sistemini aktive edici etkilere sahiptir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda arı zehiri multiple sclerosis (MS) aids, kanser ve tedavisi mümkün olmayan bir çok hastalıkta başarı ile kullanılmaktadır. Arı zehirinin bu özellikleri ve yaygın olarak kullanımı nedeni ile APİTERAPİ başta ABD ve birçok Avrupa ülkesinde alternatif tıp olarak kabul edilmiş ve Apiterapi hastaneleri kurulmaya başlanmıştır.
Arı zehirinin etkili olduğu diğer bazı hastalık ve rahatsızlıklar;Arthritis, Epilepsy, Myositis, Iritis, Bursitis, Migren, Rhinosinusitis,bazı kanser türleri, damar tıkanıkları, kolestrol, Intercostal myalgia, Astım, Keratoconjunctivitis
APİTERAPİ
 
Apiterapi, arı ürünlerinin bir yada birden fazla hastalığın önlenmesi yada iyileştirilmesi amacıyla kullanılması şeklinde tanımlanabilir. Her geçen gün sonuçlanan araştırmalar toplumların dikkatini bu konu üzerine çekmekte ve özellikle Uzakdoğu ülkelerinde başlayan ve dünyada hızla gelişen arı ürünleri ile tedavi yöntemleri hızla yaygınlaşmaktadır. Hatta, başta Japonya, Doğu Asya ülkeleri, Amerika, Kanada gibi ülkelerde apiterapi merkezleri kurulmuştur. Bu bölümde arı ürünlerinin insan sağlığı açısından önemi ve apiterapi de kullanımına yer verilecektir.
BAL ve APİTERAPİ :
Balın fizyolojik özellikleri ve kullanımı konusunda yüzlerce literatür bulunmaktadır.
o BAL bir doğal enerji kaynağıdır. Bu nedenle çocuklar, yaşlılar, sporcular, hasta ve düşkünlerle birlikte normal sağlıklı insanlar tarafından da severek ve bilinçli olarak tüketilmektedir.
o BAL kemiklerde Kalsiyum fiksasyonunu artırmaktadır.
o BAL iştah artırmakta, enerji ve direnç kazandırmaktadır.
Balın besin içeriğinin insan sağlığına etkisinin yanısıra olağanüstü bir özelliği de vardır ki, bu özellik antimikrobiyal aktivitesidir. Balın bu özelliği nedeniyle Hipokrat zamanından beri hastalıklarda tedavi edici bir araç olarak kullanıldığı bilinmektedir. Eski Mısırlıların; cerrahi pansumanda, göz iltihaplarının tedavisinde, Çinlilerin ve Hintlilerin de; çiçek hastalığının yayılmasını önlemede hasta vücudunu bal ile kapladıkları bilinmektedir.
Orta çağda, yara ve yanıkların bal ile tedavi edilmesi, kulak iltihabında; kulağa balın akıtılması, difteri vakalarında; çocukların ağız ve boğazlarına içten balın sürülmesi ilginçtir. Bazı Nijerya yerlileri balı halen öksürük kesici olarak kullanmaktadırlar.
İnsan vücuduna etki eden çoğu mikroorganizma balda yaşamını sürdürememektedir. Bal, temas ettiği mikroorganizmaları öldürdüğü gibi içerisinde de barındırmamaktadır. Öyle ki Mısır piramitlerinde bulunan ve Postum'da M.Ö. 6. asra ait çömlekler, içindeki balların biraz katılaşmakla beraber vasıflarını hiç kaybetmemesi, balda mikroorganizmaların yaşayamadığını tarihi bir gerçek olarak göstermektedir.
Tıbbi literatürde, İngiliz ve Amerikan hastanelerinde birinci sınıf mikrop öldürücü olarak bal kullanıldığını, Almanya'da yara ve soğuk algınlıklarından kaynaklanan hastalıklarda, baldan bu yönü ile istifade edildiğini görmekteyiz. Alman Dr. Zaiss'in mikrop öldürücü olarak balı tentürdiyot 'a tercih ettiğini belirtmesi de ilginçtir.
Balın yaraların ve enfeksiyonların iyileşmesini sağlamak için kullanımı 1981yılında Dünya Sağlık Formu tarafından da önerilmiş olup, Pharmaceutical Journal'da (Eczacılık Dergisi 1982) apse, çıban, göz yangıları, ishal, üriner sistem enfeksiyonları, dizanteri etkeni, deri ve ağız içi enfeksiyonlarına antimikrobiyal etkisinin olduğu rapor edilmiştir.
1992' de yayımlanan Bee World dergisinde, balın antimikrobiyal aktivitesi ile ilgili orijinal makalede Kur'an-ı Kerim'de ki konu ile ilgili ayetler verilmiş ve bu doğa üstü gıdanın insanlar için şifa kaynağı olduğu açıklanmıştır.
Balların antimikrobiyal aktivitesi için farklı mekanizmalar ileri sürülmüştür. İleri sürülen mekanizmalardan biri, balın sahip olduğu yüksek şeker konsantrasyonudur. Bir diğer sebebi de balda enzimsel olarak üretilen H2O2'dir. Üçüncü olarak da balın düşük pH'sıdır (ort. 3.2-4.5).
Balın çeşitli hastalıklara karşı tedavi edici özelliğini incelemek amacıyla birçok araştırma yapılmıştır. Bu konuyla ilgili ilgi çekici çalışmalardan birisi 1991'de King Suud Üniversitesi tarafından yapılanıdır. Yapılan bu çalışmanın sonunda gastrit ve oniki parmak bağırsağı ülserine sahip hastalara, alternatif bir tedavi olarak balın tek başına veya antimikrobiyal bir ajanla uygun bir bileşiminin kullanılması önerilmiştir.
Farklı bal tiplerinin antimikrobiyal etkileri arasında büyük değişiklikler vardır. Floral kaynakları farklı olan ballarda görülen varyasyon asitlik, ozmolarite, H2O2 ve diğer komponentlerin farklılığı nedeniyle olmaktadır. Lavanta, karahindiba, balçiği, ve kolza balları yüksek antimikrobiyal aktiviteye sahipken orman gülü, okaliptus ve portakal nispeten düşük aktivite göstermektedir.
Balın antimikrobiyal etkisini destekleyen bir başka bildiriş te , eşit miktarda bal, çavdar unu ve zeytin yağı karışımı ile hazırlanan kremin günde üç kez kullanımı ile inek ve atlarda görülen ve kangrene dönüşen yaraları dahi tedavi ettiği sonucuna varan Lucke'nin bildirişidir( Lucke, 1935).
Bal, karaciğer rahatsızlıklarında da başarı ile kullanılmaktadır. Bu başarıda balın antimikrobiyal etkisinin yanında, fruktozun doku ve kasları yumuşatıcı ve gevşetici özelliği de önemli sayılabilir.
Balın çeşitli araştırmalar sonucunda, doku oluşmasını hızlandırdığı, yara ve yanık izlerini azalttığı (Arman, 1980; Dumronglert, 1983), bazı ülkelerde doktorlar tarafından katarakt ve kojuktivit ile bazı kornea rahatsızlıklarında başarı ile kullanıldığı bildirilmektedir (Mikhailov, 1950). Ayrıca kornea ülserinin de saf bal ile veya vazelin yerine bal ile hazırlanan % 3 lük sulphidine pomadı ile başarılı bir şekilde tedavi edildiği görülmüştür.
Şeker Hastalığı ve Bal Zaman zaman hakiki (!) balın şeker hastalığına iyi geldiği şeklinde yazılar çıkmakta veya söylentiler duyulmaktadır. Bunun bilimsel bir dayanağı yoktur ve yanlıştır. Bal da kan şekerini yükseltir ve fazla alındığında şeker hastalarını komaya sokabilir. Ancak eşit miktarda alınan bal, kan şekerini çay şekerine oranla daha az yükseltmektedir. Bu nedenle şeker yerine az miktarda bal kullanılabilir.
POLEN ve APİTERAPİ :
Polenin insanlar tarafından ilk kullanımı Eski Çin, Pers, Mısır ve Yunanistan'da olmuştur. Hurmanın poleninde gonatotropik hormonların bulunması, Bedevilerin kısırlık tedavisinde bu bitkinin polenini kullanmalarını doğrulamaktadır.
Polenin, doğal bir besin kaynağı olması nedeniyle Avrupa'da insan beslenmesinde kullanımı hızla artmaktadır. Avrupa ülkelerinde son 30 yılda yapılan bilimsel çalışmalar ve klinik test sonuçları, polenin prostat, alerjik hastalıklar ve kanser türlerine etkisi üzerinde yoğunlaşmıştır( Dennis, 1966 ).
Polen insanlar tarafından günlük olarak protein, vitamin ve mineral madde gereksinimini karşılamak için doğrudan doğruya kullanılabilmektedir. Ayrıca besleme amacıyla az miktarda alınan polenin sinerjik etki yaparak pek çok yarayışlı maddenin karşılıklı etkileşmesi ile metabolizmayı ve sindirimi iyileştirmekte olduğu bildirilmiştir( Krell, 1966 ).
Günümüzde bilimsel içerikli olmayan birçok sağlık dergilerinde polen tüketiminin etkileri ve yararları ile ilgili yazılar göze çarpmakta, polen içerikli birçok ürünün insanlarda müzmin hastalıkları iyileştirici ve tedavi edici özellikleri konusunda görüşler bildirilmektedir. Bu sonuçlar , hastalık belirtilerinin polen kullanımı ile kaybolduğuna tanık olan bazı doktorların ve ilgililerin bilimsel anlamda tam olarak kanıtlayamadıkları hususlar olup üzerinde önemle durdukları bilgilere dayanmaktadır( Tablo 4).
Polenin sağlık konusunda en önemli etkisi kronik prostat hastalığı ile ilgilidir. Polenin prostat rahatsızlığı sonucu oluşan ateşi düşürdüğü rapor edilmiştir ( Dennis, 1996 ). Polenin prostat hastalığını tedavide tam olarak neye yaradığı bilinmemektedir. Ancak polenin yüksek seviyede çinko içermesi ve prostat salgılarının çıkmasında çinkonun anahtar element olması dikkat çekicidir. Yapılan bir denemede, kronik prostat vakalarında 3 ay süreyle denenen polen % 92 başarı sağladığı görülmüştür.
Polenin bir diğer etkisi X ışınlarına karşı koruyucu etkisi olmasıdır. (Wang,1984 ). Bu konuda yapılan çalışmalar polenin radyasyonun olumsuz etkilerini azalttığını göstermektedir.Polenin aynı zamanda lösemi vakalarında oldukça etkili olduğu rapor edilmiştir. Polenin kansere karşı olumlu etkisinin nedeni, yapısında bulunan yüksek seviyedeki karotenoidlere bağlanmaktadır.
Polenin, hayvanlara besin olarak verilmesi de olumlu sonuçlar vermiştir. Örneğin tavukların yemlerine %2.5 polen eklendiğinde istatistiksel olarak önemli ölçüde yemden yararlanmayı artırmıştır.
Arılar tarafından toplanan polenin değişik oranlarda antibiyotik içermesi, bağırsak ve kan hemoglobini üzerinde olumlu etkiler sağlamaktadır. Bazı raporlar da polenin cinsel hormonları beslediği ve uyardığı belirtilmiştir. Bu nedenle özellikle gençlerin gelişme çağında beslenmesinde polen tüketimi büyük yarar sağlayacaktır.
Polenin solunum sistemi üzerinde de olumlu etkisi vardır ki; 110 mg polen extraktı ve 100 mg aspirinden oluşan fluaxin ticari isimli preperatın soğuk algınlığı ve gribe karşı başarılı sonuçlar verdiği bildirilmiştir.(Hanssan, 1979)
Polonya' da 8-12 yaş grubu çocuklarda yapılan araştırmalara göre günde 20 g polen verilen öğrenciler ile polen verilmeyen öğrenciler arasında önemli derecede farklılıklar meydana gelmiştir. Polen alan öğrencilerin kan ile ilgili bütün değerlerinde artış saptanmış ve organizmada genel fizyolojik durum ile vücut direncinde iyileşme görülmüştür. Sinir sistemi üzerinde ki etkileri de dikkate değer bulunmuştur. Yine Polonya Farmakoloji ve Toksikoloji Enstitüsü tarafından yapılan araştırmalar sonucu polenin lipit (yağ) metabolizması bozukluğunda, kan serumunda ki trigliserit düzeyinin düşürülmesinde oldukça etkili olduğu belirlenmiştir.
Çeşitli bildirişler de polenin kronik kolit, mide ülseri, mide kanaması, kronik ishal ve kabızlıkla, anemi tedavisinde, kolesterol, hepatit de başarıyla kullanıldığını görmekteyiz.
Polen dağcılık yapanlar, pilotlar, yüksek rakımlarda bulunanlar için uygun bir gıda maddesidir. Çünkü polen yüksek irtifa hastalığının semptomlarını azaltmakta ve uyumu arttırmaktadır.
Polenin apiterapik kullanımından başka bir çok kullanım alanı vardır.
· Bambusların beslenmesinde ,
· Polen evcil hayvanların, özellikle yarış atlarının beslenmesinde ve laboratuar böceklerinin yemlerine eklenerek büyüme hızını artırmakta kullanılmaktadır.
· Arılar tarafından peteklere depo edilen ve arı ekmeği olarak bilinen polen özellikle çocukların beslenmesinde kullanılmaktadır. Doğal yada yapay olarak hazırlanan arı ekmeğinin bozulmadan uzun süre saklanabilmesi özelliği de önemlidir (Krell, 1996).
· Kozmetik sanayiinde, deriyi yenileyici ve besleyici olarak kullanılmaktadır.
· Polinasyon çalışmalarında kullanım.
· Hava kirliliğini belirlemede: 1980 yılından bu güne kadar yapılan çalışmalar bal arıları tarafından toplanan polenlerin çevrenin hava kirliliğini yansıtan metaller, ağır metaller ve radyoaktif maddeler açısından önemli ipuçları verdiğini göstermiştir ( Free ,1983 ; Craze ,1984 ).
Polenin renk özelliği ile besin değeri arasında pozitif bir korelasyon vardır. Polen çok zengin bir besin maddesi olduğundan miktarı yavaşça artırılarak alınmalıdır. Önce yarım çay kaşığı alınarak başlanmalı ve daha sonra kademeli olarak artırılarak günde 1-2 çorba kaşığı alınmalıdır.
ARI SÜTÜ ve APİTERAPİ :
Arı sütü genel olarak vücutta hücre yenilenmesi, üretimi (hücre) ve metabolizması üzerinde etkili olduğundan organizmanın bütün dokularında canlılık ve bunun sonucunda sağlık, enerji, bağışıklık ve dinçlik meydana getirir. Bu yönüyle akla gelebilecek bütün sağlık problemlerinde önemli düzeyde motivasyon sağlar.
Arı sütü kalp rahatsızlıklarından kansere kadar bir çok hastalıkta vücudu güçlendirmek, bağışıklık sistemini uyarmak amacıyla kullanılmaktadır. Özellikle yoğun antibiyotik kullanan radyoterapi ve kemoterapi olan hastalarda muhtemel karaciğer ve böbrek zararlarını önlemekte, fonksiyonlarını korumaktadır.
Arı sütünün insan ve hayvanlar üzerinde etkilerini belirlemek amacıyla bir çok çalışma yapılmıştır. Yapılan çalışmalardan bazıları şunlardır;
Japonya'da 54 farklı hastalık üzerinde yapılan uygulamalarda ortalama % 80 dolayında iyileşme belirleyen araştırıcılar bu hastalıkların bazılarının iştahsızlık, kronik hastalıklar nedeniyle vücut savunma sistemi yetersizliği, metabolizma ve beslenme bozuklukları, adet bozukluğu, sindirim sistemi rahatsızlıkları, astım, bronşit, kronik kabızlık, asabilik uykusuzluk ve karaciğer rahatsızlıkları olarak bildirmektedirler. Aynı araştırıcılar kanserde tümör oluşumunun ve büyümesinin arı sütü tarafından engellediğini de belirtmektedirler.
Çin'de yapılan başka bir denemede, deney hayvanlarına tümör oluşumuna neden olan antijen verilmiş ve iki gruba ayrılmıştır. Grubun birine arı sütü verilmiş diğerine verilmemiştir. Arı sütü almayan gruptaki bütün hayvanlar kanserden öldüğü halde arı sütü alan gruptaki hayvanlarda ölene rastlanmamıştır. Bu durum arı sütünün en azından kanser oluşumunu engelleyici etkisini kanıtlayıcı niteliktedir.
Yine Arjantin'de yapılan bir başka araştırmada tavşanlara aşırı yağ içeren diyet uygulanmış ve iki gruba ayrılarak grubun birine arısütü verilmiştir. Deney sonucunda kontrol grubunun kanındaki kolesterol düzeyi ortalama % 1,37 olarak belirlenirken arı sütü verilen grupta bu değer ortalama % 0,68 bulunmuştur. Ayrıca aynı denemede kroner damarların ve karaciğerin incelenmesi sonucu arısütü alan bu grupta önemli derecede üstünlük belirlenmiştir.
Çeşitli literatürlerde ortak olarak, arısütünün çeşitli iltihabi hastalıklarda, nefes darlığında, karaciğer yağlanmasında, eklem hastalıklarında, zayıflık ve halsizliklerde, sinirsel ve fiziksel yorgunluk hallerinde, mide bağırsak hastalıklarında, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde, sinirsel ve ruhsal bozukluklarda, yaşlılık durumunda, üreme ve cinsel problemlerin giderilmesinde başarıyla kullanıldığı belirtilmektedir.
Arı sütünün çeşitli iltihabi hastalıklarda başarı ile kullanılabileceğini destekleyen bir çalışma da Bulgaristan'da yapılmıştır. 125 iltihabi hastalık üzerinde yapılan araştırmada arı sütünün organizmada immino-biyolojik aktiviteyi arttırarak hastalığın önlenebileceği sonucuna varılmıştır.
Arı sütünün karaciğer yağlanmasını önleyebileceği destekleyen unsur yapısında bol miktarda asetil kolinin bulunmasıdır. Çünkü asetil kolin ile yağlanma arasında negatif korelasyon vardır.
Arı sütünün 50-100 mg dozu bile total kolesterol düzeyinde % 14 lipit düzeyinde ise % 10 azalma sağlanmıştır. Ayrıca arı sütünün yüksek dozlarda kullanımı antiviral etki oluşumuna neden olduğundan gribe karşıda oldukça başarılı sonuçlar alınmıştır.
Başka bir araştırıcı da arı sütünün görme bozukluklarında ve görme yeteneğini artırmada önemli derecede etkili olduğunu deneylerle belirlemiştir.
İnvitro (laboratuar) çalışmalar, arı sütünün yapısında bulunan 10 HDA 'nın antibiyotik etkiye sahip olduğunu desteklemektedir. Bu antibiyotik etki E.coli, Salmonella, Proteus, Basillus suptillis ve Saureus mikroorganizmalarına karşı kanıtlanmıştır. Bu konuda yapılan bir çalışmada arı sütünün 0,5 mg ve 1 mg miktarları bakteri gelişimini inhibe ettiği görülmüştür. Ayrıca bazı antibiyotiklere kıyasla bakteriler üzerinde daha etkili olduğu gözlenmiştir (Mercan, 2000).
Arı sütü kozmetik sanayiinde de doku ve cildi yenileyici, deriyi gerdirici, derinin yağ sekrasyonunu düzenleyici etkisi göz önünde bulundurularak kullanım alanı bulmaktadır. Yanıklarda kullanılan dermatolojik krem ve merhemlere genellikle %0.05 ile 1 oranında arı sütü katılmaktadır.
Arı sütünün apiterapik etkisini inceleyen çok sayıda çalışma hayvanlar üzerinde de yapılmıştır.
- Tavşanların normal besinine arı sütünün 100-200 mg/kg (vücut ağırlığı) eklenmesi embriyo gelişimi ve fertilitenin artmasını sağlamıştır. Japon bıldırcınlarının besinlerine 0,2 gr. dondurulup kurutulmuş arı sütünün eklenmesi cinsel olgunluğa daha kısa sürede erişmelerine ve daha fazla yumurtlamalarını sağlamıştır.
- Tavuk besinlerinin her bir kilogramına 5 mg arı sütü ilavesinin yumurta verimini ve kuluçka çıkış ağırlığını artırdığı belirlenmiştir.
- Buzağıları rasyonunda (7 günlük) 0,02 gram/gün miktarında arı sütü kullanılması kontrol grubuna oranla 6 ay içerisinde % 10- 13 ağırlık kazancı sağladığı daha düşük ölüm oranı ve enfeksiyonlara karşı daha yüksek direnç oluştuğu görülmüştür.
PROPOLİS ve APİTERAPİ :
Propolis, sağlık için vücut yoluyla alınması gereken 22 besini bünyesinde taşıması açısından içinde bulunduğumuz yüzyıl da keşfedilen mükemmel doğal ilaç olarak kabul edilmiş ve önem kazanmıştır.
Propolis çok eski çağlarda ilk kez Yunanlılar tarafından keşfedilerek doğal bir antibiyotik olarak kullanılmıştır. Yaşadığımız yüzyılda bu değerli ürünün antibakteriyel, antifungal, antiviral özellikleri yanında antiinflamatuar, antiülser, lokal anestezik, antitümör, bağışıklık uyarıcı gibi biyolojik aktivite özelliği göstermesi; tıp,apiterapi, beslenme ve biyokozmetik alanında kullanımını yaygınlaştırmıştır.
Propolisin yapısında bulunan ve büyük önem taşıyan flavonoidler ve terpenler oldukça kuvvetli antioksidan, antisteril etkili birleşiklerdir. Özellikle flavonoidlerin kalp damar sistemi üzerine olumlu etkileri olduğu, kan dolaşımını düzenlediği, kılcal damar çatlamalarını azalttığını, mide mukozasını ülsere karşı koruduğu, mide yaralarını küçülttüğü, iç salgı sistemini düzenlediği ve halsizliğe karşı olumlu etkileri olduğu belirlenmiştir. Bir çok kaynakta propolisin düzenli ve sürekli alınması durumunda sindirim, solunum ve dolaşım sisteminde ve tüm vücuttaki hastalık etmenlerine karşı etkin bir savunma gerçekleştirildiği bildirişlerine de rastlanmaktadır. Sentetik antibiyotiklerin aksine uzun süre propolis kullanımı zararlı bakterilerde direnç oluşturmamakta, yararlı bakterileri de olumsuz etkilememektedir.
Propolis preperatların bir çok bakteri üzerine geniş spektrumlu antibiyotik özelliği gösterdiği bir çok araştırmacı tarafından kabul edilmektedir. Propolisin insanlar üzerinde olumlu etkisini gösterdiği hastalıklar; beriberi, deri ülseri, ağız yaraları, diş ağrısı, burun iltihabı, mide ülseri, böbrek bozuklukları İYE iyi huylu tümör, kist, damar sertliği, diabet, kemik erimesi, kırıkların kaynaması, sedef, sinir ucu iltihabı, sivilce, egzama, vajinal ve rahim iltihaplanması, şeker hastalığı, nefes darlığı, çeşitli yaralar, cilt kanseri, menopoz dönemi kemik erimesi, astım, bronşit, romatizmal ağrılar, tiberküloz, mikrobik rahatsızlıklar, parkinson, hemeroid, akciğer kanseri, grip, uçuklar, gastrit, oniki parmak ülseri, orta kulak iltihabı, ÜSYE, baş ağrısı, güneş yanıklığı, akne olarak sıralanabilir.
Propolisin tıbbi alanda kullanımı çok eski çağlara uzanır. Propolisin vazelinle karıştırılarak, hazırlanan merhemlerin Boer savaşları arasında kullanıldığı, yaraları iyileştirdiği belirtilmektedir. Propolis Mısır Uygarlığında ölülerin mumyalanmasında kullanılırdı. Hipokrat propolisin deri ülserlerinin ve sindirim sisteminin tedavisinde kullanıldığını söylemiştir. Anadolu'da da geleneksel olarak insanlarda ve çiftlik hayvanlarında ayak ve deri problemlerinde, yaraların iyileştirilmesinde, çıbanlarda kullanıldığı bildirilmektedir. Yapılan klinik araştırmalar sonucu çeşitli antibiyotiklerle birlikte propolis kullanıldığında sinerjik etki gösterdiği antibiyotik etkinin 10-100 kat arttığı ileri sürülmüştür.
Propolisin oldukça güçlü bir anestezik özelliği vardır ki kokayinden 10 kat daha güçlü olduğu kabul edilir. Bu nedenle Rusya'da uzun zamandır diş hekimliğinde anastezik olarak önerildiği ve kullanıldığı bilinmektedir.
Propolisin bazı kanser türlerinde kullanımı yapısındaki cynamic asit ve terpenoidlerin sitotoksik activitesi ile ilgilidir. Bu yönüyle propolis, bağırsak, böbrek, meme, burun ve pharynx kanserinde başarılı bir şekilde kullanılmaktadır. Uruguay menşeyli propolisle yapılan bir çalışmada meme kanserini yavaşlattığının bulunması bu yargıyı güçlendirmektedir ( Novatny et al, 1999).
Propolisin son zamanlarda yapılan bazı çalışmalarda AIDS in neden olduğu HİV virüsüne karşı da etkileri gözlenmiştir( Harrih et a 1997) . Ancak bu konuda daha fazla araştırmaya ve delile ihtiyaç vardır.
Propolis bunun dışında diş minesinin mikro sertliğini de artırabilmektedir( Grameliya et al 1999) . İnsan kullanımında güvenli doz 1,4 mg/kg vücut ağırlığı/ gün veya 70 mg/gündür (Burdock, 1998).
ARI ZEHRİ ve APİTERAPİ :
Arı zehirinin birçok rahatsızlığa iyi gelmesi nedeniyle üretimi ve tıpta kullanımı her geçen gün artmaktadır. Farmokolojik olarak arı zehiri kan dolaşımını artırıcı, bakteri öldürücü, radyasyona karşı koruyucu, tansiyon düşürücü etkileri ve bağışıklık sistemini aktive edici etkilere sahiptir.
Arı zehiri ile herhangi bir tedaviye başlamadan önce mutlaka arı zehiri alerji testi yaptırılmalıdır. Arı zehiri tedavisi, tüberküloz, bel soğukluğu, endokardit rahatsızlıklarında ve hamilelikte kullanılmamalıdır.
İnsanların tedavisinde arı zehirinin toplanarak kullanımı yerine, ergin işçi arıların doğrudan hastayı iğnelemesi yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Bu yöntemde; arılar kovan önünden, kuluçkalık veya ballık bölümünden açılan küçük bir delikten kavanozla toplanabilirler. Toplanan 10-100 adet işçi arı, yaklaşık iki hafta şeker şurubuyla beslenir ve hasta üzerinde günlük sokma işleminde kullanılır.
Arı zehirinin eczacı veya fizik tedavi uzmanı gözetiminde, arı iğnesi hazırlanarak, enfeksiyonlu bölgeye enjekte edilebileceği gibi kremlerin, merhemlerin yapısında kullanılması da mümkündür.
Tedavi süresince kesinlikle alkol alınmaması gerekmektedir. Bunun yanında süt, beyaz ekmek, dondurma, pirinç, şeker vb. beyaz yiyecekler tüketilmemelidir. Bunlara ek olarak 1000-5000 mg. C Vit., 100-300 mg., B Vit. kompleksi ve 400 IU. E Vit. alınması tavsiye edilir. Arı zehiri tedavisine en az 6 ay devam edilmesi önerilmektedir.
Arı zehirinin ilaç olarak kullanımı çok eskiye dayanmaktadır. M.Ö. 2000 yıllarına ait bir papirüste arı zehrinin tedavi maksatlı kullanımının delillerine rastlanmıştır. Dr.Foster tarafından Almanya'da geliştirilen ve 1935 yılında piyasaya sürülen arı zehri etken maddeli ürün olan Forapin günümüzde de hala kullanılmaktadır. Bu gelişmelere paralel olarak 1983 yılında Amerika'da Arı Ürünleriyle Tedavi Derneği kurulmuştur ve günümüzde de çalışmalarına devam etmektedir.
Bugün için arı zehiri tedavisi Çin, Japonya, Güney Kore, Rusya, Bulgaristan, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Romanya, Avusturya, Almanya, İsviçre ve Fransa'da kullanılmaktadır. Günümüzde 9 Avrupa ülkesinde arı zehiri içeren 22 farklı ürün kullanılmaktadır.
Dünyada bir çok araştırmacı arı zehiri ile, özellikle köpek, kedi, at gibi hayvanlar üzerinde deneyler yapmışlar ve başarılı sonuçlar elde etmişlerdir. Özellikle arthritis(eklem iltihabı) ve romatizma, M.S., kronik ağrılar, depresyon, tümörler, böbrek problemleri, kas spazmları, göz hastalıkları, meme hastalıkları, bademcik, vajinitis, ürtiker ve prostat rahatsızlıklarında başarıyla kullanıldığı belirlenmiştir. Multiple sklerosis hastalığı bugün dünyada tıp otoritelerince tedavi edilemez hastalıklar arasında gösterilmektedir. Arı zehiri ile 1500 MS hastası üzerinde yapılan ve 6 ay süren bir çalışmada tedaviye alınan 4 değişik grupta % 30-86 arasında bir başarı elde edilmiştir. Bu sonuç MS için gelecekte umut vericidir.
Arı zehirinin etkili olduğu kabul edilen MS, arthritis (eklem iltihabı) ve romatizma rahatsızlıklarından başka epilepsi( sara ), migren, Sinüzit, bazı kanser türleri, damar tıkanıklıkları, astım ve AİDS'te kullanılmakta ve başarılı sonuçlar alınabilmektedir.
Çağın vebası olarak nitelendirilen AİDS üzerinde yapılan çalışmada arı zehirinin HİV virüsünün bağışıklık sistemini çöktürücü etkisini kişinin bağışıklık sistemini güçlendirerek önce yavaşlattığı sonra da gelişimini durdurduğu ortaya konulmuştur (Tolon,B. 2002). Kanser vakalarında ise arı zehirinin merhem, tablet veya iğne yoluyla vücuda uygulanmasıyla umut verici gelişmeler kaydedildiği belirtilmektedir.
Arı zehrinin etkin mekanizmalarından biride yapısındaki pek çok aktif aminoasit, mikro elementler ve protein yapıdaki melittin sayesinde bağışıklık sisteminin düzenlemesi ve beyin sinir iletimini uyarması, böylece sinir sisteminin düzenli çalışmasını sağlamasıdır.
Sonuç olarak antibiyotiklerin etkisini yitirdiği günümüzde arı ürünleri, insanları çeşitli hastalıklara karşı koruyan en iyi doğal savunma yöntemi olarak kabul edilebilir.
Arı ürünlerinin tek kullanımının yanında tümünün belirli oranlarda karıştırılarak kullanımının daha yararlı olduğu ve her hangi bir sağlık probleminin çözülmesinde bir ilaç olarak tıbbi tedavi yöntemleri ile birlikte kullanılabileceği bildirilmektedir. Bu yönüyle arı ürünleri tıbbın alternatifi değil destekçisi olarak görülmelidir.
 

ORGANİK ARICILIK

 

1. GİRİŞ

Son yarım asırda tarımdaki teknolojik gelişmelere paralel olarak yoğun ilaç ve gübre kullanımı verimde önemli artışlara sebep olmuş, ama bu artışa karşılık çevre ve insan sağlığına önemli zararlar vermiştir. Bu olumsuz etkiyi ortadan kaldırmayı amaçlayan gelişmiş ülkeler, organik tarım üretimini geliştirme ve yaygınlaştırma çalışmalarına başlamışlardır.

Organik üretim çalışmalarına Ülkemizde 1980’li yıllarda başlanmış 2000 yılından itibaren de ciddi boyutlara ulaşmıştır. Ülkemizde organik tarım faaliyetleri son değişikliklerle 1/12/2004 tarih ve 5262 sayılı kanuna ve 10 Haziran 2005 tarih ve 25841 sayılı Resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren yönetmeliğe göre işlem yapılmaktadır.

Organik tarım faaliyetleri içerisinde arıcılığın önemi büyüktür. Organik arıcılık yapılan sahalarda çok kıymetli arı ürünleri elde edilirken polinasyon yoluyla da bitkisel üretimin kalitesinin arttırılması sağlanmaktadır. Arıcılık, çevrenin, tarım ve orman ürünlerinin korunmasına ve gelişmesine polinasyon ile katkısı bulunan önemli bir faaliyettir. Arıcılığın polinasyon yolu ile bitkisel üretime katkısı, arı ürünleri üretiminden elde edilen gelirin en az 10 katı kadardır.

            

 1.1. ÜLKEMİZİN ARICILIK DURUMU

Dünyada bulunan 52 milyon arı kolonisinin 4 milyonu; 1.126.000 ton balın yaklaşık 70.000 tonu ülkemizde üretilmektedir. Ülkemiz, koloni sayısı ve bal üretiminde dünyada ilk sıralarda bulunmaktadır.

Ülkemizde 200.000 tarım işletmesinde arıcılık faaliyetleri yapılmaktadır. Ancak bu tarım işletmelerinden 20.000’i geçim kaynağı olarak arıcılıkla uğraşmaktadır.Bu tarım işletmeleri; toplam arı kolonisi varlığının % 80’ine sahip olduğu ve bal üretiminin % 90’ını gerçekleştirdiği tahmin edilmektedir.

Arıcılık ürünü olarak genelde bal bilinmektedir. Oysa arılardan balın yanısıra balmumu, arı sütü, polen, propolis ve arı zehiri gibi 6 çeşit ürün sağlanır. Arılar,bu ürünlerden bal (nektar olarak), polen ve propolisi doğadan toplamaktadırlar; arı sütü, balmumu ve arı zehirini ise bal ve polen kullanarak metabolizmalarında üretmektedirler .

Ülkemizde organik arıcılık faaliyeti olarak bal üretimi gerçekleştirilmekte olup yıllara göre üretimler, kovan ve üretim yapan çiftçi sayıları aşağıdaki tabloda verilmiştir.

   

  

            Tablo1:Yıllara göre Organik bal üretimleri.

Yıllar

 

Bal Üretimi (ton)

Kovan Sayısı

Çiftçi Sayısı

2002

Organik

922

2000

-

Geçiş

-

-

-

2003

Organik

1.099

37.653

-

Geçiş

215

4.191

9

2004

Organik

937

27.839

159

Geçiş

250

10.953

97

      

2. ARICILIKTA ORGANİK ÜRETİMİN ESASLARI

Organik arıcılık; doğada bulunan bitkilerin yaprak, gövde, tomurcuk vb. kısımlarından topladığı reçinemsi maddelerle polen ve nektarın arılar tarafından toplanarak bal ve diğer arı ürünlerine dönüştürülmeleri işleminde, üretimden tüketime kadar tüm aşamalarında konvansiyonel besleme ve kimyasal ilaçlama yapmadan, doğal yapısı bozulmamış florada veya organik tarım alanlarında her aşaması kontrollü ve sertifikalı yapılan arıcılık faaliyetlerine denir. Organik tarım Kanununa göre organik tarım metodu dışındaki tüm metotlar “konvansiyonel tarım” metodu olarak isimlendirildiğinden burada da organik yapılmayan arıcılık faaliyetleri için konvansiyonel arıcılık terimi kullanılacaktır.

 Arıcılık ürünlerinin organik üretim olarak nitelendirilmesi; kovanların özelliklerine, çevre kalitesine, arıcılık ürünlerinin özenle elde edilmesine, işlenmesi ve depolanması koşullarına    bağlıdır. Organik üretim yapmak isteyen müteşebbis, aşağıdaki belgeleri tamamlayarak kontrol ve sertifikasyon kuruluşuna müracaat eder.

1. Arıcının ( ferdi veya grup olarak) adı, adresi, T.C. kimlik numarası, vergi numarası ve kimlik bilgileri.

2. Arılığın yeri ve konumu.

4.    Arazinin kullanım hakkı.

5.    Arıcılık/Bal üretici belgesi.

İlgili kuruluşça yapılacak değerlendirmede uygun görülürse üretici ile aralarında yazılı sözleşme yapılır ve üreticiye bir kod numarası verilir.

 

 

Organik arıcılıkta dikkate alınacak özellikler:

1-    Kovanların ve diğer arıcılık malzemelerinin özellikleri,

2-    Geçiş dönemi,

3-   Arıların orijini,

4-   Arı kolonilerinin bulunduğu bölge,

5-   Besleme,

6-   Organik ana arı, arı sütü, polen, propolis ve bal üretimi,

7-   Hastalıklara karşı alınan tedbir ve mücadeleler.

 

2.1. KOVANLARIN VE DİĞER ARICILIK MALZEMELERİN ÖZELLİKLERİ

Kovanlar, ağaçtan veya diğer doğal malzemelerden yapılmalıdır. Kovanlarda kimyasal boya yerine propolis, balmumu, bitki yağları gibi doğal ürünler kullanılmalıdır.

Kovana verilecek yeni petekli çerçeve için temel petek, organik üretim yapan birimlerden sağlanmalıdır. Fazla kabartılmış peteklerin depolanması esnasında güve zararlısından korumak için naftalin gibi maddeler kullanılmamalıdır. Bunun yerine defne yaprağı kullanılmalı veya soğuk hava depolarında depolanmalıdır.

Sağlık ve temizlik maddesi olarak kimyasal maddeler kullanılamaz.

Organik tarım metoduyla üretilen arı ürünleri ambalajlanırken organik ürün niteliğinin bozulmamasına dikkat edilmeli ve ürünün organik niteliğini koruyacak bütün hijyenik tedbirler alınır. Ambalajlar; cam, tahtadan üretilmiş malzemeler, özel üretilmiş uygun organik kaplama maddelerinden yapılmalıdır.

Organik arı ürünler geleneksel ürünlerden ayrı olarak depolanır. Organik ürünlerin depolanması sırasında herhangi bir kimyasal ilaç kullanılmamalıdır. Organik arı ürünleri, karayolları kenarında bekletilememeli ve satılamamalıdır.

Arıcılık ürünlerinin üretimi, hasadı, işlenmesi ve depolanması esnasında kolonilere uygulanan koruyucu önlemler ve tedaviler kayıt edilmelidir.

 

 2.2. GEÇİŞ DÖNEMİ

 Konvansiyonel arıcılıktan organik arıcılığa geçiş süresi 1 (bir) yıldır. Organik arıcılığa geçiş süresinin başlangıç tarihi ise uygun olmayan kullanılan girdilerin son kullanma tarihleri dikkate alınarak belirlenir. Geçiş döneminde kovandaki bütün petekler organik bal mumundan yapılmış olmalı veya organik olmayan bal mumu laboratuar analizi sonucu kalıntı olmadığının belgelenerek sertifikasyon kuruluşunun izni ile kullanılabilir.

 

 

Organik Arıcılık

Petekler organik bal mumundan yapılmış olmalı, kovanlar boyasız olmalı. Özel alanda sertifikalı arıcılık faaliyeti.

 

 

Başlangıç tarihi olarak uygun olmayan girdilerin son kullanma tarihleri dikkatealınır.

 

 

 

Konvansiyonel     arıcılık

 

 

 

 

 

 


1 yıl

    

                                                                                            

   

                                      

 

Geçiş döneminde üretilen

 ürün organik ürün sayılmaz.

 

 

 

 

 


2.3. ARILARIN ORİJİNİ

Organik arıcılık üretiminde kullanılacak arı ırkı, üretim yapılacak çevreye uyumlu olmalıdır. Arı kolonisi, organik olarak üretim yapılan işletmelerden suni oğul olarak veya Konvansiyonel işletmelerden organik petekli çerçevelere aktarma sureti ile elde edilir.

 Yönetmeliğe göre ana arı ihtiyacı, yapay tohumlama ile veya konvansiyonel üretimlerden kolonilerin %10’u kadar ana arı alınarak kullanılabilir.

Kolonilerin oğul vermemesi için ana arıların kanatlarının kesilmesi yasaktır. Ama ana arıların yenilenmesi esnasında eski ana arının öldürülmesine yönetmelikte izin verilmektedir.

 

2.4. ORGANİK ARICILIK SAHASI

 Organik arı yetiştiriciliği yapılacak alan, asgari uçuş yarıçapı 3 km. olmak koşuluyla 1 yıl önceden kontrol altına alınarak harita üzerinde yeri belirtilir. Kovanların yerleştirildiği yerde, yeterli nektar, polen ve temiz su kaynağı bulunmalıdır. Arıların bulunduğu alana kapasitesinin üzerinde kovan yerleştirilmemelidir. Uçakla ilaçlı mücadele yapılan ve karantina tedbirleri uygulanan alanlarda organik arıcılık faaliyeti yapılamaz. Kovanların yerleştirildikleri alanlar kovan bilgileri ile birlikte kaydedilmelidir. Kovanlar bulundukları yerden başka yere yetkilendirilmiş kuruluş bilgisi dahilinde taşınabilir. Ülkemizdeki çayır–mera alanları ile çam, kestane ve ıhlamur ormanları organik arıcılık için uygun alanlardır.

 

 

2.5. ARILARIN BESLENMESİ

Arıların yaşamının yapay beslenmeye bağlı olduğu durumlarda besleme, son ürün hasadından sonra başlanılarak, nektar akımından 15 gün öncesine kadar yetkili kuruluş tarafından izin verilebilir.Yapay beslemede öncelikle işletmenin kendi kovanlarında ürettiği organik bal ve polen kullanılmalıdır. Organik bal veya organik şekerle hazırlanan şuruba, takviye amacıyla herhangi bir katkı maddesi ilave edilmemelidir. Şeker, pekmez, süt, melas, glikoz, ve diğer konvansiyonel maddeler kesinlikle kullanılmamalıdır. Yapılan besleme ile ilgili kovan siciline, kullanılan ürünün tipi, tarihi, miktarı ve besleme yapılan kovan numaraları kaydedilmelidir.

ORGANİK ARICILIKTA BESLEME ZAMANI

 

 

 

 

 

 

Yapılan besleme ile ilgili kovan siciline, kullanılan ürünün tipi, tarihi, miktarı ve besleme yapılan

 kovan numaraları kaydedilmelidir.

 

 

Son ürün

hasadı

 

15 gün

 

BESLEME

 

SON

BESLEME

 

organik ürünler


 

Nektar

akımı

 

 

 

 


2.6.ORGANİK ANA ARI, ARI SÜTÜ, POLEN, PROPOLİS VE BAL ÜRETİMİ

2.6.1. Ana Arı Üretimi

  Yönetmeliğe göre ana arı ihtiyacı, yapay tohumlama ile veya konvansiyonel üretilmiş ana arılardan işletmede bulunan kolonilerin %10’u kadar ana arı alınarak kullanılabilir. Bu durum, arıcılıkta verimin yüksek olması için en geç 2 yılda bir ana arıların değiştirilmesi dikkate alındığında ana arıların da organik üretilmesi zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Damızlık değeri olan ana arıların üretimi organik ana arı üretimi ile konvansiyonel ana arı üretimi arasında teknik olarak farklılık olmamakla beraber üretim yapılacak alan ve besleme konularında organik şartlara dikkat etmek gerekir.

Ana arı;

1- Kovanın anasını öldürmek sureti ile kendiliğinden koloninin kendinden yetiştirmesi beklenir. Bir arı kolonisi herhangi bir nedenle anasız kaldığında kuluçkası varsa kendi ana arısını yetiştirme kabiliyeti bulunmaktadır. Ancak damızlık değeri olan ana arıların özellikleri rasgele her gen açılımında olumsuz yönde etkilenmekte ve sonuçta herhangi bir üretim değeri olmayan arılar oluşmaktadır.

2- Ticari organik ana arı üretimi yapan işletmelerden sağlanır. Ruşet ahşap kovanlarda yapılmalıdır.Ana arı üretiminde özellikle mevsim başlangıcında yoğun miktarda besleme materyali gerektiğinden mutlaka organik üretilmiş şeker kullanmak gerekir. Dünyada organik şeker üretimi yapan firmalar bulunmaktadır. Ülkemiz şartlarında ticari ana arı üretim sezonu başlangıcında organik şeker bulamama durumunda mevcut işletme 1. yıl organik besleme yapılacak balın üretimini gerçekleştirir 2. yıl da ana arı üretimini gerçekleştirebilir. Aynı yıl içinde nektar sezonu sonunda üretilen organik ballarla geç ana üretimi de planlayabilir. Ana arıların, doğal çiftleşme esnasında organik alan dışında bulunan erkek arılarla çiftleşmesi engel teşkil etmemektedir. Larva transfer kaşığının da metal olmamasına dikkat edilir.

 

2.6.2. Arı Sütü Üretimi

Arı sütü üretiminde ana arılarla aynı yöntem uygulanır. Sadece larva transferi sonrası 36-48 saatleri içinde aşılama yapılan gözler toplanır ve göz içindeki arı sütleri tahta kaşıkla alınarak direk renkli şişeler veya poşetler içinde sıcaklıktan ve güneş ışınından koruyarak soğuk ortamda depolanır. Arı sütü üretiminde kesinlikle metal malzeme kullanılmamalıdır.

 

2.6.3.Polen Üretimi

Organik polen üretiminde kullanılacak ekipman içinde metal olmayan tahtadan veya plastikten yapılan tuzaklar kullanılmalıdır. Polen üretiminde dikkat edilecek nokta, koloni kuluçka faaliyetlerini olumsuz etkileyecek ve yoğun stres oluşturmayacak miktarda üretimdir. Bunun için günün erken saatlerinde ve daha geniş yüzeyli tuzaklar kullanılarak polen üretimi yapılmalıdır. Polenler doğal yolla ve gölgede kurutulmalı besin değerini kaybetmeyecek şekilde depolanmalıdır. Polen üretimi için yeni çiçek açan bölgeler tercih edilmeli ve birim alana koloni yoğunluğuna dikkat edilmelidir.

 

2.6.4.Bal Üretimi

Bal ve polen üretimi için, 50-250 adet kovanlar dan oluşacak arılıklar arası asgari 1 km. mesafe bulunmalıdır. Yavrulu çerçevelerden bal sağımı yapılmaz. Arıların kışlayabileceği yeterli bal koloniye bırakılmalıdır. Süzülecek çerçevelerin en az 2/3 ü sırlanmış olmalıdır. Bu durum balın yeterli seviyede olgunlaştığını ifade eder.

 

2.6.5.   Propolis Üretimi

Propolis, doğada bulunan çeşitli bitki ve ağaçların tomurcuk yaprak vb. kısımlarından arılar tarafından toplanan bir çeşit reçinedir. Arılar propolisi kovan içi antiseptik özelliği sağlamak için toplar. Örtü bezi/tahtası yerine yerleştirilen plastik delikli plakalar yeterli miktarda arılar tarafından propolisle doldurulduğunda kovandan çıkarılır ve soğuk ortamda yeterince sertleşmesi sağlanır. Daha sonra esnetme hareketleri ile plaka üzerindeki propolisler plastikten ayrılması sağlanır ve depolanır.

 

2.7. ORGANİK ARICILIKTA HASTALIKLARLA MÜCADELE
Hastalıkların önlenmesi için;

1- Dayanıklı ırk ve hatlar seçilmeli, 

2- Ana arılar düzenli olarak yenilenmeli,

3- Kovandaki petekli çerçeveler düzenli olarak yenilenmeli

4- Kovanlardaki erkek yavru arılar kontrol edilmeli,

5- Kovanlarda yeterli miktarda polen ve bal bırakılmalı,

6- Arı sağlığı için kovanlar sistematik olarak denetlenmeli,

7- Arılıklarda kullanılan malzemeler, organik yöntemlerle dezenfekte edilmeli,

8- Kirlenmiş maddeler veya kaynaklar zararsız bir şekilde imha edilmelidir .

9- Arıları rutubetten, stresten ve ani ısı değişimlerinden korumak.

 Tedavi edici etkilerinin öngörülen tedaviye uygun olması kaydıyla kimyasal bileşimli ilaçlar yerine fitoterapik ve homeopatik tedavi yöntemleri kullanılmalıdır. Homeopati, 1796 yılında Dr. Samuel HAHNEMANN tarafından; hayat enerjisi, benzerler benzerleri ile tedavi edilir ve güçlendirici ilkelerine dayanan bir tedavi yöntemi olarak tanımlanmıştır. Fitoterapi ise bitkisel ürünleri kullanarak yapılan uygulamalara denir.

Koruyucu önlemlere rağmen, koloniler hastalanır veya zarar görürse, koloniler ayrı alanlarda izole edilerek tedaviye alınır bir veterinerin sorumluluğunda kimyasal bileşimli ilaçlar kullanılabilir. Veteriner ilaçlarının uygulandığı zamanlar; aktif farmakolojik madde de dahil ürünün tipi, konulan teşhis, dozu, uygulama şekli, tedavi süresi ve ilacın yarılanma süresi açıkca kaydedilmeli ve ürünler organik ürün olarak pazarlanmadan önce yetkilendirilmiş kuruluşa bilgi verilmelidir. Bu kovanlar için geçiş süresi uygulanır. Önleyici tedbir olarak kimyasal bileşimli ilaç kullanılmaz.

Varroa

mücadelesinde :       

a-Organik kökenli formik asit, laktik asit, asetik asit, oksalik asit, mentol, timol, okaliptol veya kafur kullanılmalıdır. Bu amaçla formik asit ve timol içerikli ruhsatlı ilaçlar piyasada bulunmaktadır.

b-Biyolojik yöntem olarak erkek arı gözlü çerçeveler kullanılır. Yönetmelik bu amaçla erkek arı gözlü peteklerin imha edilmesine izin vermektedir. Bu yöntemi uygulamak için arıların ilkbahar gelişme döneminde kuluçka bölümüne, üst çıtasına boydan boya 1 cm uzunluğunda temel petek tutturulan veya tamamen boş çerçeve verilerek erkek arı gözü yapmaları sağlanmalıdır. 

Kovanların dezenfeksiyonu, pürümüz ile alev tutularak yapılır. Arıcılıkta kullanılan ekipmanın dezenfekte edilmesi amacıyla su, kaynar su, buhar, kireç kaymağı, sönmemiş kireç, sodyum hipoklorit (çamaşır suyu), doğal bitki özleri, alkol ve sodyum karbonat kullanılır.

 

3. SONUÇ

Ülkemizin geniş mera sahaları ve kestane, ıhlamur ağaçlarının yoğun bulunduğu ormanlar ile Dünya’da ülkemize özgü diyebileceğimiz Ege ve Akdeniz bölgelerinde çam balı üretilebilen ormanlar organik bal üretimi için güzel fırsatlar sağlamaktadır. Üretici açısından organik arı ürünleri üretiminden meydana gelebilecek geçici üretim kayıplarını, daha etkin koloni yönetim sistemleri ve yüksek ücretle garantili pazar bulması karşılayabilecek yapıda olmalıdır. 

 

 

 
 
EĞER BÜYÜK BİR DERDİN VARSA RABBİNE BÜYÜK BİRDERDİM VAR DEME, DERDİNE ÇOK BÜYÜK BİR RABBİM VAR DE.
 
EĞER BÜYÜK BİR DERDİN VARSA RABBİNE BÜYÜK BİRDERDİM VAR DEME, DERDİNE ÇOK BÜYÜK BİR RABBİM VAR DE.
 
EĞER BÜYÜK BİR DERDİN VARSA RABBİNE BÜYÜK BİRDERDİM VAR DEME, DERDİNE ÇOK BÜYÜK BİR RABBİM VAR DE.
 
EĞER BÜYÜK BİR DERDİN VARSA RABBİNE BÜYÜK BİRDERDİM VAR DEME, DERDİNE ÇOK BÜYÜK BİR RABBİM VAR DE.
 
Bugün 6 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı!
SİTEMİZE HOŞ GELDİNİZ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol