HİCRET
Fahri kâinat apaydınlık bir ifade ile müjdeyi bildirdiler: -Rabbimden haber geldi; hicret edeceğim. Sâdık dost, heyecanlandı;-Ayağının tozları başıma tac, gözüme sürme olsun ey Allah'ın Sevgilisi,ben; bana da izin var mı?Tebessüm buyurarak yumuşacık cevaplandırdılar:Büyük Peygamber, o gece meçhul bir yerde saklandıktan sonra ertesi gün ıssız bir ânda sevgili arkadaşının evine doğru geliyor. Vakit öğlen...
Birisi Hazreti Ebu Bekr'e haber veriyor:-Ebûl Kasım size geliyor. Haberiniz olsun...Ebu Bekr, radıyallahü anh, hayrette kalıyor ve mırıldanıyor;-Sevdiklerim yoluna feda olsun; acaba niçin bu öğlen vaktinde teşrif buyuruyorlar. Zira; Efendimizin âdetleri, Ebu Bekr'in evine sabah veya akşam uğramak. Bu güne kadar hep böyle olmuş...Herhalde mühim bir şey var ki âdetlerini bozmuşlar.Hazreti Ebu Bekr, kapıya fırlıyor:-Buyur ey Allahın Resulü. Buyur. Hoşgeldin, şeref verdin.-Yabancı kimse var mı?-Hayır ya Resulallah...İçeri girdiler.Fahri kâinat apaydınlık bir ifade ile müjdeyi bildirdiler:-Rabbimden haber geldi; hicret edeceğim.Sâdık dost, heyecanlandı;
-Ayağının tozları başıma tac, gözüme sürme olsun ey Allah'ın Sevgilisi,ben; bana da izin var mı?Tebessüm buyurarak yumuşacık cevaplandırdılar:
-Evet
Ebu Bekr-i Sıddık sevinç ve heyecandan ağladı ve:-Ya Resulallah, develer hazır, dedi. İstediğini alabilirsin.
Peygamberimiz:-Bana ait olmayan deveye binmem...Hicretin bütün nimetlerinekavuşmak için kendilerini taşıyacak bineğin parasını vermek istiyorlardı.Bu sebeple:-Bedelini kabul etmeni rica edeceğim. dediler.Tam teslimiyet sahibi büyük insan ne diyebilir?:
-Nasıl emrederseniz. Yeter ki mubarek gönlünüz hoşnud olsun.Evi bir ânda bir heyecandır doldurdu...İşte yol azığı hazırlanıyor: Et, ekmek ve yola dayanıklı yiyeceklerden bir çıkın... Hatta Ebu Bekr'i Sıddık'ın kızlarından Esma, çıkınınağzını bağlamak için bir ânda belinden kuşağını çıkartıp ortadan ikiye yardıktan sonra bir parçasını tekrar beline bağladı; ikinci parça ile çıkının ağzını sıkı sıkıya sardı. Bu güzel günün ve bu güzel tezcanlılığın hâtırasına Esma radıyallahü anh'ın ismi o günden sonra "Çifte Kuşaklı Esma" oldu...Bir küçük bez parçası ile gönüller fethetmişti. Hem de son Peygamberin gönlünü...Ana zamanlama ne kadar isabetli, ne kadar denk. Daha sonra Abdullah bin Üreyket'i çağırdılar. Meşhur bir kılavuz olan bu şahsın, gayrımüslim olmasına rağmen meslekî terbiyesinden dolayı sır verme ihtimali yoktu. Ücret üzerinde anlaşmaya varıldıktan sonra her iki deveyi üç gün sonra Sevr mağarasına getirmesi hususunda talimat verilerek yollandı...Büyük Peygamber, o gece meçhul bir yerde saklandıktan sonra ertesi gün ıssız birânda sevgili arkadaşının evine doğru geliyor. Vakit öğlen...Bilahare Hazreti Ebu Bekr'in çobanı Âmr bin Fehr'e güneş çekilince sürüyü otlatarak Sevr'e doğru getirmesi tenbih edildi ki koyunların sütünden yararlanalar.Ebu Bekr'in oğlu Abdullah'ın vazifesi ise bilgi toplamak. Gündüz, müşriklerin arasında dolaşarak, konuşmalara kulak kabartacak; akşam olunca bunları mağaraya gizlenmiş olan Sevgili Peygamberimizle, babasına getirecek.
Bütün bu tedbirlerden başka Hazreti Ebu Bekr, yanına beşbin dirhem de para aldı. Safer ayının yirmiyedinci Pazartesi gecesi evin arka penceresinden çıkarak Sevr mağarasına yöneldiler. Sanki ayak parmakları üzerinde yürüyorlardı. Bazan da Ebu Bekr, ileri geri, sağ sola gidiyordu. İzler, takipçileri şaşırtsın; nereye gittikleri belli olmasın, diye. Gözü dönmüş kâfirler, Peygamber Efendimiz yerine Hazreti Ali'yi bulunca her tarafı didik didik aramaya başladılar...ellerinden gelse kuş uçurtmayacaklar.Çünkü korkuyorlar; hem de çok korkuyorlar.
Ya ellerinden kurtulur da Medine'yi arkasına alarak kendilerinden, yaptıklarının hesabını sorarsa?Bu korkunun sevki ile girip çıkmadıkları yer kalmadı. Hazreti Ebu Bekr'in evine de geldiler. Kapıyı yumrukluyorlar:-Ya Eba Bekr! Ya Eba Bekr! Peygamberin nerede? Ya Eba Bekr Peygamberin nerede?Sese Esma, radıyallahü anha, geldi. Kapıyı açtı. Müşriklerin karşısında dimdik. "Ne istiyorsunuz?" Dercesine onlara bakıyor. Vakur ve heybetli. Soruyor:-Efendim?
Müşrikler, Eba Bekr efendimizi bulacakları zannı ile gelmişler; başka bir sürprizle sarsılıyorlardı. Şimdi Ebu Bekr de yoktu. Hakaret edercesine sordular:
-Baban nerede?
Sualin üzerinden kurşun gibi ağır bir-iki saniye geçti:
-Bilmiyorum. der demez Esmacığın gül yüzüne şiddetli bir tokat ve sert tokatın sarsması ile küpesi yere uçtu...Vaziyet anlaşılmıştı. Ebül Kasım, Ebu Bekr'i de alarak gitmişti. İz takibinde şöhretli Ebu Kürz'ü buldular. Bir kâfir konuşuyor:Ya Eba Kürz. Muhammedle Eba Bekr kaçmışlar Diğeri lafı kaptı.
-İstikbal iyi görünmüyor. Onları mutlaka bulup geri getirmemiz lâzım.Üçüncü müşrik diş gıcırdattı:-Ne getirmesi! Gördüğümüz yerde işlerini bitireceğiz.
Ebu Kürz, kafasından boca edilen bu haberlerle aptallaşmıştı. Bir ona bir diğerine bakıyordu.Azgın bir müşrik, hançeresini yırtarcasına Ebu Kürz'e bağırdı:-Bre ahmak ne duruyorsun kımıldasana!-He, he, hemen. Hemen yola çıkalım, haydi...
Sevr mağarasına yaklaştıklarında Peygamberimizin nalini parçalanmış mubarek ayağı kanıyordu. Hazreti Ebu Bekr, Kâinatın Sultanını sırtına alarak mağaranın kapısına kadar getirdi.Ay, her tarafı gündüz gibi aydınlatıyordu.
Aziz dost, Efendimizden müsaade rica ederek mağaraya önce kendisi girdi. Maksadı, yılan, çiyan gibi haşerat varsa onları zararsız hale getirmekti.Mağaranın içinde her hangi bir haşerat görünmemekle beraber duvarlarda yılan delikleri vardı. Ebu Bekr, radıyallahü anh, gayet pahalı bir kumaştan dikilmiş olan gömleğini hemen üstünden çıkartıp parçalayarak bu delikleri tıkamaya başladı. Az sonra bütün delikleri tıkamış fakat yere yakın noktadaki birine çaput yetmemişti.
Bu son deliği de ayak tabanı ile kapattıktan sonra Resulullahı içeriye davet etti. Çok yorgun düşmüş olan Sevgili Peygamberimiz, arkadaşının dizine başını koyarak uyumaya başladı. Serveri âlem böylece uyurken bir nice zamandır Peygamberimizi görme arzusuyla bu mağarada bekleyen bir yılan, dışarıya çıkacak başka hiçbir delik bulamayınca içeriden Hazreti Ebu Bekr'in ayağını soktu. Ebu Bekr'in canı öylesine yandı ki kendini ne kadar sıktıysa da zehirin etkisinden göz yaşlarını tutamadı. Gayri ihtiyari akan damlalardan bir ikisi de Efendimizin mubarek yüzünü ıslattı....hemen uyandılar ve yarı-ı ğara/mağara arkadaşına niçin ağladığını sordular.-Yılan dedi, Hazreti Ebu Bekr, ayağımı yılan soktu ya Resulallah...Sevgili Peygamberimiz, yaraya mübarek tükürüklerinden birazcık sürdüler; acı derhal dindi.
Bu esnada Ebu Kürz ve peşindeki müşrik gurubu Sevr'e çıkan izleri tespit etmiş geliyorlardı...-Ey Ebu Kürz nerde kaldı senin hünerin? Hâlâ bulamadık.-Yanılıyor olmayasın. Bu izlerin yeni olduğundan emin misin?-Şüpheniz mi var?-Eminsin yani.-Evet, eminim. İşte bakın mağaraya doğru çıkıyor. Yukarı tırmanıyoruz.Takip edin beni. Ben, demedim mi, "kimse elimden kurtulamaz" diye. Mekke müşrikleri, Resulullah'la arkadaşı Ebu Bekr'in saklandıkları Sevr mağarasına tehlikeli şekilde yaklaşırken Vahiy Meleği Cebrail aleyhisselam, Allahü Teâlâ'ya bir dileğini sundu:
-Ya İlâhî. Şayet müsaade buyurursan mağaranın ağzını kanatlarımla kapatmak istiyorum. Düşmanları Habibinle Ebubekr'e iyice yaklaştılar.
Rabbimizden nida geldi ki: Ya Cebrail! Saklamak / settarlık bana mahsustur. Ben, sevdiklerimi küçücük bir örümcekle düşmanlarının gözünden saklayacağım.Mağara ağzına gelen bir örümcek, çok kısa bir zamanda kapıyı ağları ile tamamen örttü. Sonra bir güvercin, bu ağlara hemen bir yuva yaptı; yuvaya yumurtladı ve üzerine yattı. Ve kapının önünde âniden "Mugilan" isminde bir ağaç yükseldi......derken, Allah düşmanları, yirmi metre kadar yaklaştıklarında sesleri işitilmeye başlandı...
-İşte aradıklarınız bu mağarada olmalı. Daha öteye gidemezler.
-Aferin Ebu Kürz. Sözlerin doğru çıkarsa mükafatı fazlası ile hak ettin demektir. Ama orada da yoklarsa.-Canım ne yapayım. Ben saklamadım ya...Sesler yaklaşıyordu.-İkinin ikincisi çok üzüldü ve göz yaşlarını zaptedemez oldu.-Niçin ağlıyorsun kardeşim? -Ya Resulallah, korkum kendim için değil. Şayet hazretinize bir zarar gelirse İslâm dîni mahvolur. Buna müteessir oluyorum.
-Efendimiz Sıddık'ı teselli buyurdular.-Hayır, üzülme. Allahü teâlâ bizimle beraberdir.İşte mağaranın ağzına dayandılar; eğilseler bizi görecekler...En kritik ân. Ancak, tevekkülde de zirve nokta. Peygamberimiz Rabbinin himayesinden en ufak bir ümidsizliğe düşmeden arkadaşına cesaret telkin ediyor. İşte tarihe altın harflerle geçen unutulmaz cümle:
-Üçüncüsü Allah olan iki dosta kimse zarar veremez.. Ve iki seçilmişin ikincisine Efendimizin ince İslâmi bilgileri talim ettirmeleri... Ebu Bekr, diz üstünde; dil damakta; Yüce Allah zikrediliyor
Ebu Kürz Bin Alkame, şaşkın ve neşesi kaçmış halde konuşuyor:-İzler buraya kadar...Ya yere girdiler; ya göğe uçtular. Garip; çok garip!...-Ee, belki içerdedirler...diye fikir yürütenlere Ümeyye bin Halef,cevap verdi:-Dediğin söze bak! Güvercin, biz yaklaşırken uçtu. Yumurtaları da yuvada sapasağlam. Bu örümcek ağı, belki Ebul Kasım'ın doğumundan evvel bile vardı. Şayet mağaraya girmiş olsalardı ağ bozulmuş, yumurtalar yere düşmüş olurdu...
Bunlar cereyan ederken insan gözünün ötesinde de bir mücadele oluyordu. İblis, kâfirlere yardım etmek isteyince, Cebrail, kanadı ile Ona öy le bir darbe indirdi ki yerin dibini boyladı. Son nefeste, Şeytan, mü'minin kalbinden imanı almak isterken de benzeri akıbete uğrayacaktır. İşte o akıbeti önce burada tattı...
-Hadi hadi! Bırakın şimdi ağı, kuşu, yumurtayı. Ebul Kürz biz de seni bir adam bilirdik....-Neyim ya?-Adam olsan izlerini bulurdun.-Ne yapayım? İzler buraya kadar...-Kolundan tutarsam aşağı fırlatırım seni Ebu Kürz sus bari...
Efendimiz ve arkadaşları, her adımda biraz daha yaklaşın kılıçlı, mızraklı suvariyi çoktan fark etmişlerdi. Ancak Peygamberimizde hiç bir telaş eseri yoktu. O, sallallahü aleyhi ve sellem, Kur'an-ı kerim okuyordu..bir ara öyle bir dönüp göz ucuyla baktılar,ki Süraka, atının başı üzerinden aşarak kumlara yuvarlandı...Ama hırsla atın üzerine fırladı ve yine mahmuzlamaya başladı. O kadar yaklaştı ki, Şanlı Peygamberin tilavetini işitiyordu....Ayaklarının altında yuvarlanan taşlarla birlikte çekip gittiler...Kâfirlerin bütün
ümitleri kırılsın ve aramaktan vazgeçsinler diye mağarada üç gün üç gece kaldılar. Abdullah, tembih edildiği gibi gündüz Mekke kâfirlerinin arasına girip çıkarak bilgi topluyor; akşamları gelip bunları haber veriyordu. Hazreti Ebu Bekr'in çobanı da sürüyü otlata otlata akşamdan sonra mağaraya yaklaşıyor ve koyunlardan süt sağarak iki mağara arkadaşına ikram ediyordu. Sütü çöl güneşinde kavrulmuş taşların çukurunda ısıtıyorlar...Ve iki seçilmişin ikincisine Efendimizin ince İslâmi bilgileri talim ettirmeleri... Ebu Bekr, diz üstünde; dil damakta; Yüce Allah zikrediliyor.
Mağaradan sağ salim çıkabilecekleri kanaati hasıl olunca, Efendimizin talimatı ile amir Bin Fuhre ve Abdullah bin Üreyket develeri getirdiler. Bir deveye bu ikisi binerek yol göstermek için öne düştüler; diğerine de Peygamberimiz bindi ve terkisine Hazreti Ebu bekr'i aldı...Mekke kapır kıpır. Herkes aynı şeyi konuşuyor. Hiç bir yerde bulamamışlar.
-Hayret. İzler Sevr mağarasına kadar gidip kayboluyormuş..
-Herhalde Muhammedin sihirlerinden biridir..
-Ebu Kürz bin Alkame de bulamadığına göre; başka izahı olamaz.
-Ebu Kürz tazı gibidir. Müthiş iz sürer ama bu defa hiç bir şey yapamamış.
-Bu yüzden bizimkiler bayağı tartaklamışlar.
-Eh ne yaparsın. Herkesin canı burnunda. Şu gelen Ebu Cehil değil mi?
-Evet o; hâlâ mağrur...
-Merhaba, kolay gelsin...
-Buyur ya eba Cehil, şöyle gel. Meclisimiz şenlensin..
-Ağzımızda tad mı kaldı ki şenlik olsun. Bir cemiyet altüst oldu...
Şimdi de bulunamıyor. Fakat bulunacak.-Çok eminsin.
-Çünkü bugün yeni bir karar aldık. Bulana yüz deve ilaveten mal ve para verilecek.-Ooo, büyük servet...Muhterem ve muhteşem yolcular, gece boyunca dağ yolundan gittiler. Hacfe denilen yerde sahile indiler. Artık müşrik tehlikesi kalmamıştı...Şimdi, çocukluk, gençlik, olgunluk yıllarının geçtiği; bin türlü hatıranın yetiştiği bir vatan arkada bırakılarak yeni ufuklara, yeni yurtlara doğru gidiyorlardı...
Sevgili Peygamberimiz, Mekke, iştiyakı ile derinden bir "ah" çektiler. -Ey Mekke! Vallahi sen, Allah’ ü Teâlânın yarattığı yerlerin en hayırlısı; indi ilahide en sevgili şehirsin. Eğer beni senden zorla çıkarmasalardı; imkânı yok ayrılmazdık. Benim için en güzel, en makbul vatan sensin. İnsan, hiç kendi iradesiyle senden ayrılıp yeni yurdlar edinir mi? Ah Mekke, ah güzel belde... Cebrail aleyhisselam geldi... -Ya Resulallah Mekke'yi mi özledin?-Evet..
Vahiy Meleği, Mekke'nin İslâm orduları tarafından fethedileceğine dair Kasas Suresi seksen beşinci ayeti kerimesini müjdeleyerek Resulullah'ın mahzun gönlüne serin sulan serpti...Kudeyd'e vardıklarında erzakları tükenmişti. Hazreti Ebu Bekr: -Ya Üreyket! Yiyeceğimiz, içeceğimiz kalmadı. Bak şu ileride bir çadır var. Evet, hemen önümüzde sayılır.-Kapısında da bir ihtiyar hatun görünüyor.-Ha o mu? O'na Ümmü Mabed derler.-Sor bakalım! Et, hurma içecek ne varmış...bedelini vermeyi ihmal etme...-Peki, hemen geliyorum; diyen Üreyket devesi ile ileri atıldı.-Ana, merhaba!-O, Üreyket yine mi sen? Buraları su yolu yaptın bakıyorum. -Ee, ne yaparsın ekmek parası...-İyi iyi; hiç değilse sayende biz de arada bir insan yüzü görüyoruz..-Ama bu defaki insanların benzerini görmedin ve göremezsin...Yiyecek içecek ne var ana, hurma , et, süt? Ama parasını alman şartıyla kabul edebilirim. Ümmü Mabed sitem etti:
-Deliye bak! Hem kıymetli kimseler; hem para; Onlar benim misafirim sayılır; ama....dedi ve derin bir iç geçirdi: Ohh...Şu sıra buralar yer demir, gök bakır. Ne Süt, ne et- ne hurma var.-Sahi mi diyorsun ana. Ne yazık ki sahi.. Eli hep vermeye alışmış bir insana "Yok" demek ne kadar ağır geliyor bilir misin?
Efendimiz, sallallahü aleyhi ve sellem ile yol arkadaşları da yanlarına gelmişlerdi...Ebu Bekr:-Merhaba Hatun. N'oldu Üreyket ne aldın?Ümmü Mabed:
-Hoşgeldiniz bey. Maalesef hiç bir şek ikram edemedim. Şu aralar buralar kavruluyor. Bir şeycik yok.-Hurma da mı yok?
-Üreyket: -Bu çevrede kıtlık hüküm sürüyormuş. Ümmü Mabed, çok cömert bir hanımdır,ikramlık bir şey olsaydı bizi yedirip içirmeden, imkânsız, göndermezdi...Efendimizin gözüne çadırın yanında bağlı olan sıska bir koyun çalındı...Sordular:-Ey Ümmü Mabed. O koyun niçin şurada bağlı?-Çok hasta ve zayıf, sürüyle gidemedi...-Sağmama müsaade eder misin? Feda olsun ama; hiç sütü yok ki!-Olsun. Bir kab rica ediyorum...
Sevgili Peygamberimiz, hayvanın yanına gelerek bereket vermesi için Allahü Teâlâya dua ettiler. Koyunun memeleri bir anda sütle doldu. Besmele çekerek sağmaya başladılar; dolan kabı önce Ümmü Mabede, sonra Ebu Bekr ve öbürlerine ikram ettiler; en son kendileri içti...Herkes kana kana içmişti...Sonra: -Ey Ümmü Mabed! Çadırdaki en büyük kabı getirir misin. Buyurdular. Şaşkınlıklar içinde kalan kadıncağız, denileni yaparak; Resulullah'a koca bir güğüm uzattı. Peygamberimiz bunu da doldurarak sahibine teslim ettiler...
Efendimiz ve arkadaşları, içtikleri sütün bedelini Ümmü Mabedin ısrarlarına rağmen ödeyerek yola devam ettiler.Ebu Bekr:-Allahaısmarladık Ümmü Mabed. Allah, cömertleri mahrum bırakmaz.-Güle güle. Bu işde bir hikmet var. Güle güle...Yolcular uzaklaşırken güngörmüş kadıncağız hâlâ hayretteydi "Beşer kudretini aşan bir taraf var bu işde". Evet, Ümmü Mabed, haklı. Hakikaten insan kudretinin üstünde bir hadisenin şahidi olmuş; bir mucizeyi görmüştü. Aradan çok geçmeden Ebu Mabed geldi ve sıhhat bulmuş koyunla süt dolu göğümü görünce hanımına sordu:-Bir fevkaladelik görüyorum. Bu hasta koyun nasıl iyileşti? Bu süt ne? Ümmü Mabed, olup biten ne varsa her şeyi bütün tafsilatı ile anlattı...Ebu Mabed, çok heyecanlandı:-Nasıl biriydi, şekli şemali nasıldı? Ümmü Mabed: -Aydınlık yüzlü ve kibar bir insandı. Halinde bir başkalık var. Menkıbelerini dinlediğimiz geçmiş Peygamberlere benzer bir hâli var sanki... kim bilir belki de bana öyle geldi...Anlaşıldı...O, Kureyş'den çıkan Peygamber. Burada olsam O'na tabi olurdum. Keşke daha evvel gelseydim. Dedi ve devam etti: devem nerede?.. Onları muhakkak bulacak ve getirdiği dine gireceğim....sen bir mucizeyi yaşamışsın ama farkında değilsin..
Allah’ın hikmeti bazıları O'nu katletmek hırsıyla izine düşerken bazıları da Müslüman olmak için ardınca koşturuyordu. Nitekim, Ebu Mabed, Rim denilen mevkide Efendimize yetişti; hürmetlerini arz ederek kendini tanıttı; ve eshab-ı kiram'dan olmakla şereflendi...Döndüğünde Ümmü Mabed de kocasından İslamiyet’i öğrenerek hidayete erdi.
Resulullah’ a süt veren o eski sıska koyun mu? Ta Hazreti Ömer'in Hilafeti zamanında vuku bulan kuraklık gönlerine kadar yaşadı. Sütü hiç bir zaman kesilmedi.... Hep süt verdi durdu...
-Hey Süraka! Haberin olsun bu salı toplantımız var. Herkes iştirak edecek. Sen bilhassa gelmesilin..-Neymiş o herkesin katılacağı mühim toplantı?-Hani şu Kureyş kabilesinden çıkan biri var ya. Peygamber olduğunu söylüyormuş...-İşittim...-Bütün taraftarı Medine'ye geçtikten sonra kendisi de ortadan kaybolmuş. -N'olacaktı ya? "İşte ben geldim. Düşündüğünüz ceza neyse verin" mi diyecekti? Bunu mu bekliyorlarmış? -Bırak şimdi eğlenmeyi. Kureyş bulana veya bulanlara yüz deve ve bir sürü mal ve nakdî mükafat vaad ediyor.-Tabii vaad eder. "Medine yarın İslam Devleti olursa" diye yürekleri küt küt atıyor.-Bütün Müdlicoğulları gelecekler. İhmal etmemelisin.-Etmem etmem. Hadi bana müsaade..
Süraka bin Malik, Müdlicoğulları aşiretindendi. Yaman at sürerdi. Kudey'de ikamet ediyordu. Toplantı bu kasabada yapılacağına göre niçin iştirak etmesindi...Ancak, İlahi cilve O'nu yolda karşılaştığı bir Müdlicoğlunun ısrarla "gel" diye tenbih ettiği Salı meclisine gitmekten alıkoydu...Süraka, oradan ayrıldıktan sonra bir kaç dostuna rastladı. Oturmuş şuradan buradan konuşuyorlardı ki...bir Kureyşli çıkageldi:-Hey Süraka! Ben az evvel sahil yolunda deve ile giden bir kaç insan karaltısı gördüm. Mamafih aramız bayağı uzaktı ama öyle tahmin ediyorum ki onlar Muhammed ve adamları...-Hayır dedi, Süraka, ben şimdi o taraftan geliyorum. Dediğin yolcuları gördüm. Alâkasız insanlar.-Emin misin?-Canım gördüm, diyorum. Ötesi var mı?
Süraka, ne o tarafa gitmiş, ne de onları görmüştü. Bu Kureyşlinin haberi, birden zihninde bir fikrin çakmasına sebep olmuştu: "O yüzden bu lafları uydurmuştu. Nitekim orada biraz oyalandıktan sonra bir bahane ile kalkıp evinin yolunu tuttu.Hemen hizmetçisine atını hazırlattı ve O'nunla vadinin arkasına gitmesini söyledi. Kendisi de mızrağını yanına alarak başka bir yola çıktı. Mızrağın temreni parlayıp dikkat çekmesin diye yere doğru tutuyordu. Biraz sonra hizmetkârının olduğu yere geldi; ve sür'atle atına binerek derhal gözden kayboldu...Atı o kadar hızlı sürüyordu ki, adamcağızın ağzı açıkta kaldı; efendisine n'olmuştu böyle...
Hadi kızım, hadi daha hızlı. Hadi...yüz deve biliyormusun, yüz deve. Müthiş servet. Yüz deve paralar...mallar! Süraka, çatlatırcasına koşturuyordu. Sanki rüzgârla yarışa çıkmıştı...Hadi, kimseler ayıkmadan biz onları yakalayalım, hadi, hadi, hadi...-İşte izleri.Şimdi geçmişler belli. Hadi kızım ter içinde kaldın ama, sen cins arap atısın. Bumesafeler sana vız gelir. Yaklaşmış olmalıyız. Hadi....Ha...İşte oradalar!
Efendimiz ve arkadaşları, her adımda biraz daha yaklaşın kılıçlı, mızraklı süvariyi çoktan fark etmişlerdi. Ancak Peygamberimizde hiç bir telaş eseri yoktu. O, sallallahü aleyhi ve sellem, Kur'an-ı kerim okuyordu..bir ara şöyle bir dönüp göz ucuyla baktılar. ...Ki Süraka, atının başı üzerinden aşarak kumlara yuvarlandı...Ama hırsla atın üzerine fırladı ve yine mahmuzlamaya başladı. O kadar yaklaştı ki, Şanlı Peygamberin tilavetini işitiyordu. Ebu Bekr, radıyallahü anh, gözyaşlarını tutamaz oldu. Efendimiz süal buyurdular:
-Ey kardeşim niçin ağlıyorsun?
-Ey Allah'ın Resulü! Kendim için asla tasalanmıyorum; endişem sizden yana...Bütün zaman ve mekânların en üstün kul ve peygamberi sükunetle cevap
verdiler. -Düşmandan dolayı gam çekme; dost bizimledir...
Süraka, saldıracak mesafeye girmişti. Bir nara attı ve:-Ya Muhammed! Şimdi seni kim koruyacak? diye bağırdı...
Peygamberimiz:-Cebbar ve Kahhar olan Allah! Dediler ve ellerini semaya açarak dua buyurdular?-Ya Rabbi! Bizi düşmanın şerrinden ne ile dilersen O'nunla muhafaza buyur....der demez Sürakanın atı diz kapaklarına kadar kuma gömüldü. İşte bu beklenmedik bir şeydi. Süraka ne kadar uğraştıysa nafile. Atı kumdan çıkaramıyordu. Hayvan, müthiş şekilde huysuzlanmış; kişneyip duruyordu. Suvari, tarifi mümkün olmayan bir korkuya kapılmıştı. Kendisi de at da terden su içinde kalmışlardı. Biraz evvel kocaman laflar eden adam şimdi can derdine düşmüştü:
"Ya Peygamber, beddua eder de kendisi atıyla beraber diri diri yere gömülürse"...korkunç bir şey bu. Düşünülmesi bile hayalleri cayır cayır yakan dehşetli bir manzara...-Pişman oldum... Size hiç bir kötülüğüm dokunmayacak. Çekip gideceğim. Sizi gördüğümü kimseye söylemeyeceğim! N'olursunuz kurtarın beni; ocağınıza düştüm kurtarın... Bütün insanlığı kurtarmaya gelen merhamet ummanı büyük Peygamber, ufukları yırtan bu yalvarışa dayanamadı:
-Yarabbi. Eğer doğru söylüyorsa halâs eyle...At, bir iki silkinip zorlandıktan sonra kurtuldu. Hayvanın ayaklarının çıktığı yerden göğe doğru ateş dumanı yüksele yüksele mavi derinlikte eriyip gitti. Süraka, aziz yolcuların yanına geldi:
-Yanımdaki bütün yiyecekleri size vermek istiyorum. Ayrıca şu oku alın. İlerde benim çobanlarımı göreceksiniz. Onlara bunu göstererek istediğiniz deveyi alabilirsiniz, dedi. İki cihan sultanı:-Hepsi senin olsun! İhtiyacımız yok! Müslüman olmadıkça hiç bir şeyini kabul etmeyiz. Bizi gördüğünü gizle yeter.
-Bundan sonra size zarar verecek hiç bir hareketim olmayacaktır. Ayrıca bu tarafa gelmiş isteyenleri de başka yönlere sevk edeceğim. Buna söz veriyorum.
Ama bir isteğim var. Bana lütfen bir aman vesikası veriniz ki dilediğim zaman yanınıza gelerek Müslüman olabileyim...Peygamberimizin emriyle Âmir bin Führe bir deri üzerine "Emanname" yazarak Süraka'ya verdi..
Mekke'nin fethinden sonra Resulullah, Huneyn gazasından dönerken Süraka, Efendimize bu "Emenname" ile gelerek iman edecektir. Peygamberimiz, Süraka, radıyallahü anh'ı kabul ettiğinde:-Ya Süraka nasılsın? Şu ân Kisra'nın bileziklerini takındığını görür gibiyim, demişlerdir. O gün Resulullahın bu sözleri anlaşılmamış; Hazreti Ömer zamanında koca İran devleti fethedilip Kisra'nın eşyası ganimet malı olarak Medineye getirildiğinde Süraka, Kisra'nın bileziğini takınırken mucizenin sırrı çözülmüştür. Süraka, geldiği yoldan geri dönerken bir gurup Kureyşli atlıyla karşılaştı: -Hey Süraka nereden böyle? -Şu sizin peygamberle arkadaşlarını arıyorum, malum ya yüz deve mükafat var. -Bizim Peygamber mi; bizim düşmanımız O. Ee, N'oldu göremedin mi?-Görmek bir yana, izlerini bile bulamadım. Hadi geri dönün. Bu tarafta boşa vakıt harcamayın... Süraka sözünde durmuş ve büyük dâvânın büyük yolcularının rahat nefes almalarına vesile olmuştu.
Ebu Cehil, daha sonra Süraka olayını işitince O'nu hicveden bir kıt'a şiir söylemiş; Süraka da bu azgın din düşmanına yine şiirlerle karşılık vermişti. Keza Hazreti Ebu Bekr, radıyallahü anh, dahi bu tarihi ve unutulmaz vak'ayı bir kaside ile nazmeylemiştir.
Sevgili Peygamberimiz ve yol arkadaşları bir zaman gittikten sonra bir çobanla karşılaştılar. Karınları acıkmıştı. Çobandan süt satın almak istediler,Çoban: -Sağılacak koyunum yok. Bir keçi var; onun da sütü kalmadı, dedi. Efendimiz, çobandan keçiyi getirmesini rica ettilir. "Acaba ne yapacaklar" o dercesine, çoban
şaşkınlıkla hayvanı yanlarına getirdi. Peygamberimiz dua okuyarak keçiyi sağmaya başladı;
bir kab doldu. Bunu Ebu Bekr, Âmir ve Abdullah'a içirdiler. Sonra yine sağdılar; bu defa da
kendiler içtiler. Çobanın aklı başından gitmişti... -Kimsin, daha evvel gördüğüm insanlara benzemiyorsun. N'olursun kendini bana tanıt...diye yalvarınca; Peygamberimiz tebessüm ettiler.-Bir şartla. Kimseye söylemeyeceksin!...-Söylemeyeceğim...
-Ben, Allahın Resulu Muhammedim...-Haa! Kureyşin, "dininden döndü" dediği adam.-Sen onlara aldırma. Nefislerine hoş geldiği için öyle söylüyorlar...-Ne derse desinler. Şu yaptığın ancak bir Peygamberden sadır olabilir. Bu sebeple Hak Peygamber olduğuna bütün kalbimle şahadet ediyorum...Eğer müsaade ederseniz ben de sizinle gelmek isterim...
Efendimiz: -Şimdi olmaz. Sonra gelirsin, buyurdular.
Amîm mevkiine vardıklarında Büreyde bin Husayb ve yetmiş akrabası, önce muhalifken; sonra Sevgili Peygamberimizin tatlı diline hayran kalarak Müslüman oldular. Bu yeni Müslümanlar atlıydı... Ve Resulullahın müsaadesi ile hepsi şanlı muhacirlerle iltihak ederek onlarla beraber Medine yoluna devam ettiler.Yatsı namazı bunlarla birlikte geniş bir cemaatlekılındı. Büreyde, o gece Peygamberimizden Meryem Suresinin baş tarafından bir miktar öğrendi
Sabah olduğunda Büreyde, radıyallahü anh,: -Ya Resulallah Medine'ye bayraksız girmeniz uygun olmaz. Diyerek bembeyaz sarığını çıkarıp mızrağına taktı ve tâ Medine'ye girene kadar kafilenin önünde öylece yürüdü.....Ve işte ilk İslam Bayraktarı Hazreti Büreyde hakkındaki
Peygamber müjdesi: -Ey Büreyde. Benden sonra bir şehre gideceksin ki orayı kardeşim Zülkarneyn bina etmiştir. O şehre Merv derler. Sen Kıyamette o bölgenin nuru ve oralıların öncüsü olacaksın...
Resulullahın Medine'ye hicret için yola çıktığı işitilmişti. Bu sebeple Ensar, birkaç gündür Medine dışına kadar geliyor ve sıcak iyice bastırana kadar Peygamberin yolunu gözleyip geri dönüyorlardı...
Rabiül evvel ayının sekizinci Pazartesine 622 Miladi senenin 20 Eylül günü kuşluk vakti
insanlığın kurtarıcısı Büyük ve Şanlı Peygamber, yol arkadaşlarıyla beraber Medineye bir saat mesafedeki Kuba köyüne girdiler. Hicretin bu birinci Pazartesi Müslümanlar için Hicri Şemsi yılbaşı oldu.Aynı senenin onaltı Mayısına denk gelen Muharrem ayının birinci gününün Hicri kameri yılbaşı olarak kararlaştırılması ise Hazreti Ömer zamanında olacaktır... Hicret'de insanlığın baştacı ellidört yaşında bulunuyordu. Bu seneye "senetül izin" izin yılı denilir.
Külsüm Bin Hidun, radıyallahü anhın evinde konakladılar... Sevgili Peygamberimiz Kuba'da kaldıkları zaman zarfında Kuba Mescidini yaptırdılar. Temele ilk taşı koyan bizzat kendileri. Bu sebeple Mescid-i Kuba, Kur'an-ı Kerim'de Tevbe Suresi'nin 108. ayeti kerimesinde; "...temeli takvâ üzre atılan mescid" diye övülmektedir. O Kuba ne kadar bahtiyardır ki ilk mescid kendi toprağında yükselmiştir.
Mekke'de üç gün kalan Hazreti Ali, Emanetleri sahiplerine teslim ettikten sonra gündüz saklanıp gece yol alarak Kuba'ya geldiğinde ayakları şerha şerha yarılmış kanıyordu. Öyle ki Kuba'ya kadar gelmiş, ancak artık Resulullahın huzuruna çıkacak mecali kalmamıştı. Bunu işiten Efendimiz, kendileri Ali, kerremallahü vecheh, efendimize gelerek O'nu göğüslerine bastırdılar ve ayaklarını elleri ile sığayarak dua ettiler. -İnsanların öyleleri vardır ki Allahü teâlâ'nın rızası için nefsini feda eder. Bekara Suresi 207 Ayeti kerimesinin Hazreti Ali'nin hayatını hiç tereddüt etmeden Peygamberi uğruna kahramanca ortaya koyması üzerine geldiği söylenmiştir...
Bütün şehir tek vücut ve tek kalb olmuştu. Her evde ve herkesde aynı me'ud heyecan
hakimdi. Kadirşinas Medineli O'nu, Allah'ın sevgilisini bekliyordu; O'nu bağrına basacak,
O'nu başına tac, gönlüne sultan yapacaktı. Sevgili Pegamberimiz ve yüz kadar refakatçi bir Cuma sabahı Kuba'dan ayrıldılar.Kuba vadisinde Rânûna denilen yere geldiklerinde vakit öğlendi. Bu esnada Cuma namazı kılmak farz oldu. İlk Cuma namazı bu mevkide kılındı ve ilk hutbe de Resulullah tarafından burada irad buyuruldu:
-Ey insanlar. Hayatta iken ahiretiniz için tedarik görünüz. Cenabı hak, kıyamet günü soracak ki: Sana benim Resulüm gelip de tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, sana lütuf ve ihsan ettim. Sen kendin için ne hazırladın? O kimse sağına soluna bakacak bir şey görmiyecek. Önüne bakacak cehennemden başka bir şey görmeyecek. Öyle ise her kim, kendisini velevki yarım hurma ile olsun ateşten kurtarabilecek ise hemen o hayrı işlesin; onu da bulamazsa bari güzel sözle kendini kurtarsın. Zira onunla bir hayra on mislinden yediyüz misline kadar sevap verilir.Evet; özet olarak ilk hutbe...İlk hutbeyi okuduktan sonra ikinci hutbeyi buyurdular:
.Allah'a hamd ederim ve ondan yardım isterim. Nefslerimizin şerlerinden ve kötü amellerimizden Allah'a sığındık. Allahın hidayet ettiğine kimse kötülük yapamaz, Allahım istemediğine de kimse hidayet edemez. Kelamın en güzeli kitabullah'dır. Kur'an-ı Kerim, kelamların en güzeli ve en beliğidir.Allahın sevdiğini seviniz. Allahı canü gönülden zeviniz. Allahın kelamından ve zikrinden usanmayınız. Kelamullah, her şeyin âlâsını ayırıp seçer. Amellerin hayırlısını ve kulların güzidesi olan Peygamberleri ve kıssaların iyisini zikreder. Ve haram ve helali beyan eyler. Allaha ibadet ediniz ve O'na bir şeyi ortak koşmayınız. Ondan hakkıyla sakınınız.
Aranızda kelamullah ile sevişiniz. Muhakkak bilmelisiniz ki, Allahü teâlâ ahdini bozanlara gazap eder...Hutbenin son cümlesi, anlayanlara gerekli işareti veriyor ve "dikkatli olunuz" diyor. Çünkü Ensar, Akabe'de Sevgili Peygamberimiz, Medineye geldiği takdirde O'nu korumak hususunda teminat vermiş ve yemin etmişlerdi. Şayet onlar da bir hata işlerlerse bu kendilerinin de, insanlığın da aleyhine olurdu. Mesele bu çapta hassastı.
Medine eşrafı, Kubaya kadar gelerek Resulullahı karşılayıp "Hoş geldiniz" demişlerdi; şimdi birlikte medine'ye dönüyorlardı. Bunlardan biri de meşhur şair Hasan İbni Sabit, radıyallahü anh'dır. Efendimizin hicretine dair bir kaside yazmış; şükür ve sevinci dila getiren bu şiiri Allah'ın Peygamberine takdim etmişti:
Sizden iyisini görmedi gözler asla
Sizden güzelini doğurmadı analar
Her ayıp ve kusurdan uzak yaratıldınız
Sanki...Nasıl dilediyseniz öyle yaratıldınız.
Medinei Münevverede; aydınlıklar ve ayadınlar beldesinde ahali kadın, erkek, çoluk, çocuk yollara pencereler dökülerek, ağaçlara, damlara çıkarak Resulullahın teşrifini gözlemeye devam ediyorlar. Bütün şehir tek vücut ve tek kalb olmuştu. Her evde ve herkesde aynı me'ud heyecan hakimdi. Kadirşinas Medineli O'nu, Allah'ın sevgilisini bekliyordu; O'nu bağrına basacak, O'nu başına tac, gönlüne sultan yapacaktı.
-Geliyorlar... İşte... Resulullah geliyor. Haberi ile Medine ayağa kalktı.
Herkes koştu en temiz urbalarını giydi, çocuklara en yeni kıyafetleri yakıştırıldı, erkekler atlanıp silahlandı...Medine tam bir bayram havasına girdi... Ensar, Medineliler sevinçten ağlıyorlar. Peygamber devesi Kusva, üzerinde Resuller Resulü sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem olduğu halde ahenkli adımlarla ilerlerken kadın ve çocuklar, bir kaside söylüyorlardı ki belki de o ânı en güzel bu şiir terennüm ve tarif eder. Bir de Enes bin Malik radıyallahü anh'ın şu sözü:
-Resulullah'ın Medine-i Münevvereye girdiği gündendaha güzel ve neş'eli birgün görmedim. ...Evet, Sevgili Peygamberimizi karşılayan bahtiyar insanları dinliyoruz:
AY DOĞDU ÜSTÜMÜZE
Nerde kaldın sevgili, gözlerimiz yoruldu
Ufuklar haber verin kanadımız kırıldı...
Kuşlar, yalvarıyoruz, bize müjde getirin
Nerde kaldı sevgili, yüreğimiz kavruldu...
Çıkın damlara çıkın, gözleyin dört bir yanı
Ey gençler, ey çocuklar bekliyoruz o ânı...
Şu karşı tepelerden ay doğdu üstümüze
Bu ni'met büyük devlet, şükr vâcib oldu bize...
Şükürler olsun Rabbim, nihayetsiz şükürler
Şu karşı tepelerden ay doğdu üstümüze...
Emir ve yasakları insanlara bildirdin
Medine'ye hoş geldin, hoşgeldin safa geldin.
Olmaz olsun şu putlar, cahillikten kurtulduk
Senin yolun ne güzel eskiye pişman olduk.
Bedr doğdu üstümüze; nurlu, parlak, aydınlık
Yırtıldı karanlıklar, hakikati anladık.
Medine Selâma dur, yemin et dönme asla
Tek rehber O'dur ancak sarıl ebedi dosta.
İşte huzurlu günler, şahidsiniz yıldızlar
Tek Rehber Resûlullah sarıl ebedi dosta.
Rahîm Er
Kâinatın Efendisi devesinin üstünde ilerlerken herkes, Kusva'nın yularını tutarak: -Ya Resulallah, lütfen bize buyurun, diye yalvarıyordu...
Efendimiz:-Hayvanın yularını bırakınız. Nereye çökerse oraya misafir olacağım. İnsan bineğinin yanında olmalı, diyorlar ve; bir tarftan da kasideler okuyup tef çalarak kendisini karşılayanlara tebessümle mukabele ediyorlar. -Beni seviyor musunuz? Bir ağızdan verilen cevap dört bir yanı çınlatıyor.
-Evet!-Ben de sizi seviyorum. "Ben de sizi seviyorum" diyerek gönüller alıyorlar. Yüreklere çiçekler serpiyorlar.Onsekiz bin âlemin efendisini istikbal edenler arasında gözleri görmeyin Hazreti Habibe de var. Bu hanım, Ebu Süfyan'ın kölesi iken İslâmiyetle şereflenmiş. Ne varki durumdan haberdar olan İslâm düşmanları, O'nu hak yoldan caydırmak için dayanılmaz baskılar yaptılar. Fakat Habibe, radıyallahü anha, bu baskılara kahramanca dayandı. Bir kadındaki bu akıl almaz mukavemet, kâfirleri çileden çıkardı ve sonunda o alçaklığı da işlediler: Mübarek kadının gözlerine kızgın mil çekerek kör ettiler.
Peygamberimizi karşılayanlar içinde işte bu hanım da var. Soruyorlar:
-Gözlerin görmüyor; sen niçin geldin?
Cevap: Görmesem de O'nun kokusunu alırım. İşte sevginin en muazzam örneği...
Sevgili Peygamberimiz O'nun olduğu topluluğa doğru gelirken sâdık mümine yi uzaktan fark ettiler ve seslendiler: Sende mi buradasın Habibe?Mucize işte o ân gerçekleşti: Hazreti Habibe tekrar görür oldu...
Kusva, önce Sehl ve Süheyl ismindeki iki yetime ait olan boş bir arsaya, sonra da bugün türklerin "Eyüb Sultan" dediği Hazreti Halid bin Zeyd Ebu Eyyub El Ensari'nin evine yakın bir yere çöktü. Bu sırada Cebrail aleyhisselam, Peygamberimize gelerek "burada in. Çünkü herkes kendisine misafir olacağın ümidi ile evini süslerken. Halid, "ben fakirim; benim evime gelmez ki" diyerek mahzun olmuş ve tevazu göstermişti haberini verdi. Peygamberimiz deveden inerek "Menzilimiz inşaallah burasıdır" buyurdular. Gönlü kırık mümin, koşup devenin semerini aldı ve Efendimizi buyur etti; Zeyd İbni Harise, radıyallahü anh, Hazreti Halid'e yardım ediyor. Ensarın büyüklerinden Es'ad İbni Zerare, radıyallahü anh, da Kusvayı alıp götürdü. O'nun bindiği hayvanın yemine, tımarına bakmak değil; o mubarek hayvanın bastığı toprağı öpmek bile ne büyük nasip.
Resulullahın misafir kalacağı evi devenin bulmuş olması sebebi ile Ensar'dan kimsenin kalbi incinmedi. Zaten, Ebu Eyyub El Ensari Halid Bin Zeyd, Neccaroğullarından idi; yani hayrül beşerin dayılarından... Efendimiz evin alt katında kalmak istediler. Ancak Hazreti Halid ile hanımı:
Ya Resulallah biz, üst katta senin başının üzerinde nasıl geziniriz; bu imkânsız bir şey,
diyerek yukarı çıkması için çok yalvarıp dil döktüler.
Peygamberimiz: Ensar beni ziyarete gelecektir. Giriş kat daha rahat olur. Dedilerse de ev sahiplerini memnun etmek için üst kata geçtiler...O gün Medineliler bölük bölük gelip Allah'ın Resulünü ziyaret ettiler; sohbeti ile bereketlendiler. Nurlu nazarları ile ak-pak oldular; yüksek derecelere kavuştular.
Biri daha ziyaret etti: Abdullah İbni Selâm isminde bir yahudi alimi. Bi şahıs, dikkatle
efendimizin yüzüne baktı ve şu sözlerle imana geldi:
Bu güzel yüzün sahibi elbette muhbiri sadık/doğru habercidir. Şahid olun ki Abdullah İbni Selâm da Müslüman oldu...
Onlar,Kelime-i Şahadet için, Kelime-i Tevhid için, Namaz için, Oruç için, Haç için, İslâmiyet için, Bizler için, Allah için, Hicret ettiler. Onlar, zahmetine katlanmamış olsaydı, Hicreti yaşamamış bir dünya hâlâ ilkel şartlarda bocalayıp dururdu. Onlar, Mekke'den Medine'ye hicret ederek bize îmânımızı armağan ettiler... Onlar, küfürden ve kâfirlerden hicret ettiler.Ne mutlu nefs Mekke’ sinden, kalb Medine’sine sürekli hicret edenlere. Günahın çekiciliğinden hicret ederek sıddıklar ve şehidler derecesine kavuşanlara ne mutlu...
|