EĞER BÜYÜK BİR DERDİN VARSA RABBİNE BÜYÜK BİRDERDİM VAR DEME, DERDİNE ÇOK BÜYÜK BİR RABBİM VAR DE.
   
 
  Nefis
EBEDİYET YOLCULUĞUNDA NEFS
 (AHMET SAFA)
 
            Nefsini bilen Rabbini bilir” hadis-i şerifinin manası derin. İnsan kadar derin. İnsan ne kadar derin olduğunu görüp de yüzeyden uzaklaştığı kadar, bu sözün manasına erecek. 

Nefs, insanoğlunun varlığının, yeryüzüne niçin geldiğinin ve nereye gideceğinin sırlarını taşıyor. Kişinin kendisine en yakın duran nefsini, tanımakla erişebileceği sırlar. 

Nefsi tanımak için tarih boyunca ve dünyanın dört bir yanında çeşitli usullere başvurulmuş. Nefs , farklı isimler altında sürekli incelenmiş, anlaşılmaya çalışılmış. Şeytanın da bu işlere çokça müdahil olup, çoğu kimseyi yoldan çıkardığı aşikâr.

Bu konudaki bilgiler ancak Peygamber Efendimiz s.a.v.'den gelmişse kıymetlidir. Bu nedenledir ki, Efendimiz s.a.v.'den gayrisini mürşid tanımayan İslâm tasavvufu bu konuda en güvenilir kaynaktır. 

Bu konu başka hiçbir şeye benzemez. Sözkonusu olan varoluşun sırrıdır, “hakikat” ilmidir. Bu ilme vakıf olmaktan daha değerli bir şey var mı?  Bu ilme ulaşmak için gayret etmek, teslim olmak, bağlanmak gerek.  Fakat yol zor ve çetin. Tek başına ilerlenemeyecek kadar karışık, çetrefilli ve tehlikeli. Zaten böyle olması gerekmez mi? Ulaşılacak olan “En Kıymetli” olansa...  İnsan, ilâhi isimlerin fiilî tecellisi olan kainatın küçük bir nüshası ve gözbebeğidir. Alemin esrarlı derinliklerini mıknatıs gibi kalbinde toplayabilecek bir gönül aynasına sahiptir. Cevherleri kainatın her zerresiyle alakadardır. Ötelere ait sonsuz sırların yumağı­dır. Çünkü ötelerden gelmiş, ötelere gidecek. 

 

Bu sevda unutulur mu? 

İnsan, Arş-ı Alâ'nın üzerinde Rabbi'nin tecellileriyle mest olup seyran ederken araya perdeler girmiş. Şu sıralarda gurbet hayatı yaşıyor. Fakat sevgilinin cemaliyle kendinden geçmiş, aşk derdiyle bir hoş olup yanmış yakılmış. Gurbet hayatı ona bir zindandan farksız. Güle aşık bülbül gibi gülzâra kanat çırpıyor. Mahbuba kavuşup vuslata ermeden ona rahat yok. Öyle bir sevgiliye tutulmuş ki, cennetin bin senelik en mesut hayatı bile, onu bir an görmenin zevkine denk değil. 

Fakat kimi ruhlar, gurbette tanışıp buluştuğu nefs -i emmareye aşık olunca, onun çektiği  karanlık perde arkasında her şeyini unuttu. Ne hakiki sevgili, ne de asıl memleket kaldı. Cadıya benzeyen nefsini dünya güzeli diye sevdi. Gurbeti vatan, bu mezbeleyi mesken, bu ayrılığı kavuşma, bu karanlığı aydınlık, bu gerilemeyi ilerleme, bu hapishaneyi cennet sandı. Hayvanî nefsin esiri olup hürriyetini kaybetti. En yüce mertebelere çıkıp melekleri dahi geride bırakacak kabiliyete sahipken, aşağıların aşağısında kalıp insan suretinde bir hayvana dönüştü. Şimdi insanı gurbete düşüren bu uzun yolculuğun kısa öyküsünü ve dönüş yollarını anlatalım. 

           
Asıl vatandan gurbete 

Yolculuğa çıkmadan evvel, insan Allahu Tealâ'nın ezeli ilminde bir suret idi (Alem-i A'mâ ). Sonra Ruhlar Alemi'ne indi. Elest Bezmi'nde aşkı tanıdı. Ardından, henüz şekil ve cisme bulanmamış bir ruh olarak inişe devam etti. Bir çok menzillerden geçip dünyada karar kıldı. Mertebesine göre Arş, Kürsî ve yedi göğü mekân tutmuşken, o ulvi alemlerden bu süflî aleme indirildi. Ta ki kemâl kazanıp asli makamına geri dönsün veya daha yükseğine çıksın. 
Ama kemâl kazanma aletsiz olmayacağı için, Allahu Tealâ ona bu süflî alemden maddi bir beden yarattı. “Hayvanî nefs ” adı verilen bir kuvvetle bedenini donattı. Böylece insanî ve hayvanî nefsin buluşmasıyla iki alemden en güzel bileşim meydana geldi. 

           
İki alemin lâtifeleri 

Cenab -ı Mevlâ, o alemlerle irtibata kabiliyetli “lâtife” (çoğulu letaif ) denen ruhanî cevherleri insanın vücuduna yerleştirdi. Bunlardan beş tanesi, geldiği Emr Alemi'ne, diğer beşi de şu an içinde yaşadığı Halk Alemi ( Yaradılmışlar Alemi)'ne aittir. Emr Alemi'ne ait olan lâtifeler sırasıyla Kalp, Ruh, Sır, Hafâ ve Ahfâ'dır . 

Hayvanların mahrum olduğu bu lâtifeler, insana insanlık ufku olan ulvî alemlere yeniden yükselmesi ve Sevgili'ye kavuşması için verilmiştir. 

Halk Alemi'ne ait olan lâtifeler ise, Nefs , Toprak, Su, Ateş ve Hava'dır. Bunlar da insana dünyevî ihtiyaçlarını görmesi ve ruha tabi olup ahiret amellerini işlemesi için verilmiştir. Ulvî lâtifelerin sultanı Ruh, süflî lâtifelerin sultanı ise Nefstir .

 Bedenin ana rahminde teşekkülünden sonra bu iki aleme ait lâtifeler birleşmişlerdir. Güveye giden gelinin ağladığı gibi Ruh da doğuşunda Nefsle birleştiği için ağlar. Aslî vatandan uzaklaştığı için ağlar.  Vücudun muhtelif yerlerinde bulunan lâtifeler, ampülün içindeki elektrik gibidirler. Varlıkları eserleriyle anlaşılır. Elle tutulup gözle görülmezler. Tamamen manevi varlıklardır. 

Her lâtifenin insan bedeninde bir yeri, bir de hariçte makamı vardır. Emr Alemi'ne ait lâtifelerin makamları Arş'ın üzerinde, Mülk Alemi (Halk Alemi)'ne ait lâtifelerin ise Arş'ın altındadır. Mertebelerine göre her bir lâtifenin, asıl makamıyla arasında irtibat mevcuttur. Kalp, ulvî ve süflî alemlerle bu irtibatların merkezi mesabesindedir. Her iki alemden gelen his, haber ve müşahedeler kalpte toplanır. 

 

Nefsini temizleyenlerin yükseliş ve inişi 

 

Nefislerini kötü vasıflardan temizleyip terbiye eden Nebi ve veliler, bu makamlara bizatihi yükselirler. Hz . Peygamber s.a.v., Melekût Alemi'ne iştiyak duyduğu zaman “ Erıhnî yâ Bilâl: Rahatlat bizi ey Bilâl” buyurdu. 

Hz . Bilâl'in okuduğu ezanın ardından namaz ile göklerin ötesine, Melekût Alemi'ne yükselen Efendimiz s.a.v., müşahede ve ince manalara dalar, o alemde seyr ü sülûk eden ashabını da irşad ederdi. Mülk Alemi'ne dönmek istediği zaman da Hz . Aişe validemize: “ Kellimnî yâ Humeyrâ : Ey gül yüzlü benimle konuş” derdi. Böylece Mülk Alemi'nde seyreden ashabını irşad eder ve dünya ile de meşgul olurdu. 

Devrinin kutuplarından Bursalı Üftade Hazretleri, bir gün müridi Aziz Mahmud Hüdayî Hazretleri'ne ders verirken içeriye biri girmiş, dua istemişti. Gelen zatın hatırını kıramayan Üftade Hazretleri, o gittikten sonra müridi Hüdayî'ye şöyle dedi: “Bu dua işi her ne kadar sevap olsa da, beni makamımdan indirdi. Göklerin üzerindeydim, yere indim.” ( Vakıât -ı Üftâde ) 

Hazret, Mülk Alemi'nin ehliyle ancak onların makamına indikten sonra konuşabiliyordu. İmam-ı Rabbanî Hazretleri başta olmak üzere bir çok veliler yükseldikleri alemleri tafsilatıyla kitaplarında anlatmaktadırlar. 

 

 

Kur'an -ı Kerim'de üçyüze yakın yerde “ nefs ” kelimesi geçmektedir . Bu kelime,filozoflar, kelâm, fıkıh ve tefsir alimleri tarafından muhtelif manalarda kullanılmış; ruh, can, kalp, ceset, benlik, bir şeyin hakikati, özü ve bütünü gibi yirmiyi aşkın mana verilmiştir. Aslında nefsin mahiyeti tam olarak kelimelere dökülemeyecek kadar derindir. O yüzden nefsi en iyi kavrayanlar kâmil velilerdir. 

Nefs kelimesi, sufiler arasında muhtelif makamlara göre, farklı manalarda kullanılmıştır. Fakat genel olarak bu kelime tasavvuf dilinde iki manaya gelir. 

 

Hayvanî nefs, insanî nefs 

 

Birincisi: “Bir şeyin özü, zatı, kendisi” anlamındadır. Buna ‘hayvanî nefs' de denir. 

Hayvanî nefs, Halk Alemi ( Yaradılmışlar Alemi)' ndendir . İnsanî nefsin bineği ve bütün şehvetlerin kaynağıdır. His, hareket ve hayat menbaıdır . Beş duyu organı ve diğer kuvveler vasıtasıyla hayatı, eşyayı kavrar. 

İkincisi: “Rabbin emrinden olan insanî ruh, manevi sıfat” anlamındadır. Hayvanlarda bulunmayan bu nefse, konuşan insanî nefs , nefs -i nâtıka da denir. Emr Alemi'ndendir. Allahu Tealâ tarafından insana üfürülen ruh, bedene taalluk edince ‘ nefs ' adını alır. Yeri iki kaşın ara­sıdır. İnsanın içi ve dışıyla irtibatlıdır. Asıl hakimiyeti beyin ve manevi bir lâtife olan ‘kalp' üzerindedir. Yürek dediğimiz kanı pompalayan maddi kalple de irtibatlıdır. 

Bu nefs hayvanî nefse mağlup olursa, hayvanların aşağısında şeytanların mertebesine düşebilir. Mevlâ'nın yardımıyla hayvanî nefse galip gelirse, ruhanileşip meleklerden üstün mertebelere çıkabilir. 

 

Nefsin lüzumu ve faydaları 

 

Konuyla ilgili olarak akla şu sual gelebilir: Nefs ve şeytan olmasaydı da, hepimiz cennete gitseydik olmaz mıydı? 

Böyle bir soru, öğrenmek kasdıyla değil de itiraz maksadıyla olsaydı, Allah korusun, imanı götürürdü. Çünkü Allah'ın takdirine rıza göstermek imanın şartlarındandır. O neylerse güzel eyler. Ayrıca mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Bizler O'nun işlerindeki hikmetleri tam manasıyla kavrayamayız. 

Ancak, kömür ruhlarla elmas ruhları birbirinden ayırmak Allah'ın hikmet ve adaletinin gereğidir. Eğer nefs ve şeytan olmasaydı, Hz . Ebubekir r.a. ile Ebu Cehil'in makamı bir olacaktı. Oysa bunların biri elmas, diğeri kömür. Ayrıca, şu imtihan dünyasının kurulmasının da bir manası kalmayacaktı. 

Nefs ve şeytan faydalı birer alet mesabesindedir. Tıpkı ateş veya bıçak gibi. Ateşi evimizi ısıtmakta, yemeğimizi pişirmekte, etrafımızı aydınlatmakta ve daha bir çok faydalı işlerde kullanırız. Ama dikkat edilmezse ateş insanın evini yakar. Bıçak elini doğrayabilir. Fakat kimse ateş evimi yakar, bıçak elimi doğrar diye bunları kullanmaktan vazgeçmez. 
Aynen bunun gibi, nefsin sayısız faydaları, yanlış kullanıldığı taktirde de büyük zararları vardır. Mesela nefs yaratılmasaydı insan ve hayvanlarda yeme, içme, evlenme, üreme arzusu olmayacaktı. Yaşamak ve hayatta kalmak için barınma, ısınma, tehlikelere karşı korunma, düşmanla savaşma, ihtiyaçları giderme, icat ve keşiflerde bulunma gibi yetenekler de bulunmayacaktı. Kısacası hayat olmayacaktı. Daha da önemlisi, nefs ve şeytanla mücahede kalmadığı için, mümin ahirete yönelik amellerden mahrum kalacaktı. Büyük cihat sevabı kazanamayacak, mertebesi yükselmeyip sabit kalacak, cennet ve Cemâlullah'tan yoksun olacaktı. 

Nefs ve diğer lâtifeler 

 

Fakat bunca faydalarına rağmen nefs , başıboş bırakıldığı zaman azgın bir at gibi binicisini helâke sürükler. Zira onun istekleri bitmek tükenmek bilmez. İnsanı şehvetlerinin esiri olan bir hayvan haline getirmek için uğraşır. Bu yüzden bizlere acıyıp, merhamet eden Rabbimiz, nefse hakim olup zararlı arzularından korunmamız için kalbin bir şubesi olarak aklı yarattı. Peygamberleri vasıtasıyla da önümüze bir kitap koyup, iyilik ve kötülüğün ne demek olduğunu gösterdi. 

Akıl, Allah'ın emirlerini ve nefsin, şeytanın arzularını inceler. İyiyle kötüyü, Allah'ın emrine uygun olanla olmayanı birbirinden ayırt eder. Ruhun bir başka alt kolu olan vicdan da doğruyu, güzeli, hakikati kalbe bildirir. Ayrıca ruh vasıtasıyla hafıza, mürşid , melek ve doğrudan Allah'dan gelen tesirler de kalpte toplanır. Beyin vasıtasıyla beş duyu organından gelen tesirler ile nefsin ve şeytanın telkinleri de kalpte toplanır. 

 

Gelen bilgi ve telkinleri değerlendiren kalp; aklın, vicdanın veya topyekün ruhun dediklerini tercih ederse, nefsin arzularını yerine getirmez. Yani beyin vasıtasıyla kendisine bağlı olan el, ayak, ağız, dil gibi uzuvlara nefsin isteğini yaptırmaz. Şehvet, gazap ve aklî hilelerin esaretinden kurtulur. Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanır . Namus, haya, takva, sabır, kanaat, şecaat, neşe, huzur, müsamaha, lütuf, yumuşaklık, vakar, metanet ve güzel suret sahibi olur. Lâtifeleri zikirle cilalanır, geldiği ulvi alemlere yükselerek Rabbine vasıl olur. Ebedi saadete ulaşır. 

 

 

 

 

 

 

Nefsin hakimiyeti 

 

Şayet kalp nefse tabi olursa, o zaman hayvanî nefs ; toprak, su, hava, ateş lâtifelerinin yardımıyla ruh lâtifesinin yolunu keser. İnsanı mütemadiyen aşağılara doğru çeker. Toprak, ibadette gevşekliğe ve Allah'ın emirlerine uymamaya sevk eder. Su, riya ve münafıklığa götürür. Ateş, gazap, kin, hiddet, intikama yöneltir. Hava ise, kibir ve benliğe sevk eder. Böylece nefs , askerleriyle birlikte akıl ve diğer lâtifeleri emrine alır. 

Bu şekilde nefsinin emrine giren insan, yırtıcı hayvanlar gibi hiddetlenir, kızar, dövmek ve sövmekle etrafındakilere saldırır. Şehvet galebe edince, hayvanlar gibi boğazının ve eteğinin düşkünü olur. Firavun'un kendisini tanrı olarak ilan ettiği gibi, o da her şeyde üstünlük ve efendilik iddiasına geçer. Kulluk ve tevazudan hoşlanmaz. Bütün ilimlere heves eder, her şeyi bildiği iddiasına kalkışır. Alim dendiği zaman sevinir, cahil dendiği zaman canı sıkılır. Bu şahsın bir de şeytanlık vasfı vardır ki, bununla akıl ve düşüncelerini kötülükte kullanır. Aldatma ve hile yollarına baş vurur, kötülüğü iyilik gibi göstermeye çalışır. İşte bu da şeytanlık ahlâkıdır. 

 

 

Söz konusu çirkin huyların hepsinin berzah aleminde bir resmi vardır. Keşif ya da rüyada görülen hınzır, merkep vs. hayvanlar şehveti temsil ederler. Köpek hiddeti, tilki hile ve aldatmayı temsil eder. Nefsin sıfatlarına göre daha başka hayvanlar veya canavarlar suretinde de tezahür edebilir. 

Gazalî rh .a.'in dediği gibi, putperestlerin taşlara tapmasına kızan adamın gözünden gayb  perdesi kalkıp da kendi hali görünseydi, bakacaktı ki kendisi bir hınzırın önünde eğilmiş duruyor. Bazen dize gelerek secde, bazan da rükû ediyor. Onun emirlerini yerine getiriyor, yemek, içmek ve şehevî arzularından neyi istiyorsa onu tedarik ediyor. Veya saldırgan bir köpeğin karşısında eğilmiş ona tapıyor, emirlerini titizlikle yerine getiriyor. 

           
Hilkatin tersyüz edilişi 

 

Bu adam basiret ve insafla bakarsa, ömrü boyunca nefs ve şehveti uğrunda çalıştığını hemen anlar. Akıl ve ulvî lâtifelerini nefsinin emrine vermekle galibi mağlup, efendiyi köle, padişahı hizmetçi yapmış olur. Allah, merkebi üzerine binip yularından tutarak sürmek veya sırtında yük taşımak için yaratmıştır. Şayet bu şahıs kalkar da merkebi kendi sırtına bindirir, boynuna taktığı esaret yularını da merkebe verirse, yaradılış gayesini ters çevirmiş olur. İşte bu zulmün son haddidir. 

Nefsin esaretine girip hürriyetini kaybeden ruh, malik ol­duğu itibar ve yüksek kıymetleri unutup, duygularının ve şehvetlerinin girdabına kapılmış­tır. Gönül nefsin istilasıyla puthaneye dönmüş, Allahu Tealâ'nın zatî tecellilerinden mahrum kalmıştır. Yüzü O'nun aşk ve sevgisinden dünyanın maddesine dönmüş, Allah sevgisi yok olmuştur. O aslî vatanı asla hatırına gelmeyip, ilk geldikleri ve son gidecekleri asıl ülkesini büsbütün unutarak terketmiştir . Kalp, Ruh, Sır, Hafâ , Ahfâ gaflete girmiş ve harap birer şehir haline gelmişlerdir. Böylece Kur'an -ı Kerim'de ifade buyurulduğu gibi, insanların çoğu hayvanların mertebesine düşmüş ve hatta onlardan da beter hale gelmişlerdir. 

 

 

Nefsin hilesiyle kalp ve diğer lâtifeler koma halindedir. Zehirli yemler beden kafesindeki kekliği öyle uyuşturmuş ki, uykusundan uyanamaz. Artık kâmil bir mürşidden başka onları Emr Alemi'nden haberdar edecek, zikir kamçısıyla onları uyandıracak hiçbir kuvvet yoktur. Mürşid , sesiyle, bakışıyla aslî vatandan bahs eder. Dilsiz dilsizle konuştuğu gibi, kâmil üstad da lâtifelerle dilsiz konuşur, onlara nereli olduklarını hatırlatır. 

Nebilerin ve bütün mürşidlerin yaptıkları iş, işte budur. Yüce alemlerin kandilini yakarak gönülleri aydınlatmaktır. Ta ki insanoğlu nasıl bir çamur deryasında yüzdüğünü görsün. Sonra da kabiliyetini işleterek asıl ülkesine dönmeyi arzu etsin. 

NEFSİN MERTEBELERİ 

 

Emr Alemi'nden rabbanî bir lâtife olan insanî nefs , sıfatlarına göre farklı isimler alır. Hayvanî nefsin tesirinden uzaklaştıkça sıfatı değişir, mertebesi de yükselir. Nihayet tamamen billurlaşıp Rabbi'ne vasıl olur. 

İnsan, aşağıda ismi geçen mertebelerden sadece birinde olabilir. Üst mertebelere  yükselebildiği gibi, geri de düşebilir. Bu mertebe ve isimleri sırasıyla görelim: 

Nefs-i Emmâre:

 

 Kötü his ve huyları, çirkin vasıfları barındırır. Şehvet düşkünü hayvanî nefsin hükmü altında olmakla, hayvanların yoluna girmiştir. Kötü işleri güzel görür. Hesap ve ahiret derdi yoktur. Sadece keyfini düşünür. 

Bu nefsin eserinden kibir benlik, hırs, şehvet, kıskançlık, cimrilik, kin, intikam, hiddet gibi huylar çıkar. Allah'ın düşmanıdır. Hadis-i kudside: “Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır.” buyrulmu ştur. Kur'an-ı Kerim'de Hz. Yusuf a.s.'ın diliyle: “Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü emreder.“ (Yusuf, 53) buyrulmaktadır

Bu nefsin bütün huyları bir kişide toplanırsa, o kişi şeytanların mertebesine düşer. Nefs -i emmarenin sahibi, ya fasık , ya münafık ya da kâfirdir. İtikadı düzeltmek, samimi tevbe ve ter­biye ile tedavi olur. Tezkiye edilmezse, cehennem ateşiyle temizlenmesi kaçınılmazdır. 

           
Nefs-i Levvâme:

 

Kendini kınayan, kötüleyen, azarlayan nefstir . Nitekim Allahu Tealâ : “ Nefs -i Levvâme'ye (kendini kınayan nefse) yemin olsun ki” ( Kıyame , 2) buyur­muştur. Bu nefs sahibi, günah işlediğinde pişman olup tevbe eder, kendisini kınar, yapmamak için karar verir. Fakat günah önüne gelince duramaz, yine içine düşer. Sonra pişman olur. İyilik ve kötülük arasında gider gelir. 

Kendini beğenme, çekişme, gizli riya, makam ve şehvet tutkusu gibi nefs-i emmârenin bazı vasıfları bu mertebede de bulunur. Fakat nefs hakkı hak; batılı batıl görür. Yine bilir ki, bu sıfatlarla huzurdan uzaktır. Fakat onlardan kurtulamıyor. 

Hali muhabbet, gidişi tarikat, mahalli Kalp'tir. Alemi Berzah Alemi'dir. Nefsiyle mücahedede sabit olursa Misal Alemi'dir. Uykuyla uyanıklık arasında –genellikle oturma halinde- Misal Alemi'n­den bir çok manalar temessül eder. Bu mertebede nefs ve şeytan birleşip vesveseyle kalbe saldırırlar. Tedavisi rabıta ve zikirdir. 

           

Nefs-i Mülhime:

 

 Allahu Tealâ nefsin isyan ve itaatini vasıtasız ilham ettiği için bu makamda nefsin adı mülhime olmuştur. Nitekim Kur'an'da : “Sonra da o nefse isyan ve itaati ilham edene yemin ederim” (Şems, buyrulmuştur

Nefs, tevbe, zikir, rabıta ve mücahedeyle günahların ağırlığından ve şehvet bağından kurtulunca, ilham ve feyiz almaya kabiliyet kazanır. Devamlı olarak kâmil mürşidden kalbine ilhamlar gelir. Bu mertebede hayvanî nefs tamamen ıslah olur. Haramdan kaçar, hayırlara koşar. 

Alemi Ruhlar Alemi, mahalli Ruh'tur. Ruhunda ilâhi aşk ateşi parlamaya başlar. İlim, tevazu, yumuşaklık, kanaat, mert­lik, sabır, belaya tahammül gibi, güzel hasletler belirir. Visal rüzgarları esmeye başlar. Fakat şeytan ona açık ve bariz bir şekilde saldırmaya ba ş lar . Kendini ve amellerini beğendirir, insanları küçük ve değersiz gösterir, ümitsizliğe düşürür, Allah'ın azabına karşı ona emniyet hissi verir. Bu makamda mürşidin himmeti olmazsa tehlikeye düşebilir. 


           

Nefs-i Mutmainne:

 

 Cenab -ı Mevlâ'nın “Ey tatmin olmuş Nefs” (Fecr , 27) hitabıyla ıstı­raptan kurtulup huzura eren nefstir . Her türlü şek ve şüpheden temizlenip rahatlamış, ayne'l - yakîne ve kâmil imana ulaşmıştır. Kötü huylardan tamamen pak olmuş, fenalıklara ar­zusu kalmamıştır. Seyri, Allah ile gerçekleşmiş (seyr-i meallah), velilik mertebesine ulaşmış­tır. Alemi, Muhammedî Hakikat, mahalli Sır'dır. Manevi tecellilerin mazharıdır . Sıfatları, te­vekkül, incelik, cömertlik, yumuşaklık, güler yüz, tatlı dil, kusurları bağışlama, hamd, şükür, müşahede, teslimiyet ve rızadır. 

 

Nefs-i Râdiyye:

 

İster bela, ister sefa, Allah'ın bütün fiillerinden razı olan, O'ndan başka her şeyi gözünden silip atan ve sadece Rabbi'nin rızasına nazarını diken nefstir . Bu nefse: “Razı olmuş ve razı olunmuş olarak Rabbine dön” ( Fecr , 28) kelâmıyla hitab edilmiştir. Seyri Allah'tadır ( Seyr -i fillâh ). Alemi Lâhut (Ruhanîler) Alemi; mahalli, Sırrın Sırrı'dır. Beşerî sıfatlardan büsbütün yok olmakla fenâya varmıştır. Fakat bu makama varanlar arif değil, velidirler. O yüzden başkasını irşad edemezler. Şeytan onların şeklinde başkalarının rüyalarına girip yoldan çıkarabilir. 

 

Nefs-i Mardıyye:

 

 Allahu Tealâ'nın razı olduğu nefstir . Ariflerin makamıdır. Bekabillâh burada tahakkuk eder. Muhtaç olduğu ilimleri bütünüyle alıp, mana aleminden bu görünen madde alemine dönmüştür. Dış itibariyle diğer insanlardan ayırdedilmez . Fakat iç itibariyle bütün cisimleri altına çevirecek bir tılsım gibidir. Kendine lütfedilen marifet bilgi­sinden dünya halkına ikram eder. İlâhi bilgi dairesinin mahremidir. Onun müşahedesine ya­bancı bir diyar yoktur. Kendisine üfürülen ruh ile görür, bilir. Sesini uzaklardan işittirir. Mür­şidinden izin almak kaydıyla irşadı sahihtir. Bunların kıyafetinde şeytan başkasının rüyasına giremez. Seyri Allah'tan (Seyr-i anillâh )'dır. Alemi şu görünen maddi alem, mahalli Hafâ'dır

 

Nefs-i Kâmile:

 

 Seçkin, saf, tertemiz nefstir . Allah'ın en seçkin dostları olan Gavs ve Kutupların makamıdır. Seyirleri Allah'ladır (Seyr-i billâh). Alemleri; kesrette (çoklukta) vahdet, vahdette kesrettir. Mahalleri Ahfâ'dır . Önceki bütün nefislerin güzel vasıflarını üzerinde toplamış­lardır. Her halleri ibadet ve zikirdir. Bir an Allah'tan gafil olmazlar. Onların mu­radı Allah'ın murad ettiği şeydir. Rızaları da öfkeleri de Mevlâ iledir. Allah için olan işleri yaparlar. Bunun için çevrenin ayıplaması ve çekiştirmesinden ürkmezler. 

Cenab-ı Hak onlarla alemlere ikramda bulunur, belaları def eder. Saliklerin gönüllerinde onlar sayesinde haller zuhur eder. Allah'ın emirlerine riayet edenleri kendi öz çocuklarından çok severler. Ama herkese merhamet ve şefkatle bakarlar. İnsanların kusurlarına bakmazlar. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar. 

Pak ve tertemiz yüzleri huzur ve aydınlık saçar. Onları görenler Allah'a yönelirler. Mübarek yüzlerine edeple bakmak bile ibadettir. İnce ve lâtif sözleri katıksız hikmet bilgisidir. Gayet ince, zarif, yumuşak ve alçak gönüllülükle telkinde bulunurlar. Sıradan bir nazarları dahi dünya ve içindekilerden üstündür. 

Bu dünyada onların kapısında bulunmaktan daha büyük devlet ne olabilir? Onlar olmadan bunca sarp yollar nasıl aşılır?

 

Nefsin tabibi 
Nefs ve ötelere ait tablolar 
NEFS NEDİR? 
 
 
 
EĞER BÜYÜK BİR DERDİN VARSA RABBİNE BÜYÜK BİRDERDİM VAR DEME, DERDİNE ÇOK BÜYÜK BİR RABBİM VAR DE.
 
EĞER BÜYÜK BİR DERDİN VARSA RABBİNE BÜYÜK BİRDERDİM VAR DEME, DERDİNE ÇOK BÜYÜK BİR RABBİM VAR DE.
 
EĞER BÜYÜK BİR DERDİN VARSA RABBİNE BÜYÜK BİRDERDİM VAR DEME, DERDİNE ÇOK BÜYÜK BİR RABBİM VAR DE.
 
EĞER BÜYÜK BİR DERDİN VARSA RABBİNE BÜYÜK BİRDERDİM VAR DEME, DERDİNE ÇOK BÜYÜK BİR RABBİM VAR DE.
 
Bugün 26 ziyaretçi (45 klik) kişi burdaydı!
SİTEMİZE HOŞ GELDİNİZ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol